Erol Taş malum; esas oğlan nerede?
Seyrettiğim dört yerli filmden birinde mutlaka Erol Taş'ı kötü adamı oynarken görür, kızardım. Seyirci Erol Taş'ı sevmezdi, hatta bir film galasında sırf rolünün hakkını verdiği, yani kötü adamı iyi oynadığı için yuhalandığını okumuştum. Kendisini hastalık ve zaruret yüzünden emekliye sevk ettiğini okuyunca üzüldüm; yeri kolay dolmayacak.
Yerli filmler, iyilerle kötüleri çok belirgin bir şekilde sunduğu için vaktiyle millete hitap etmenin usulünü bulmuştu. Beyaz perdede Erol Taş göründüğü anda "yine bakalım ne mel'unluk yapacak?" diye endişelenir, esas oğlan adına derin kaygılara düşerdik; onun, nasıl olursa olsun şöyle bir boy göstermesi bile, filmde çizdiği karakterin özelliklerini tarif ederdi; sinema afişlerindeki fotoğrafları bile gaddarlık ve fesat dolu ışıltılar neşrederdi; ama her filmin sonunda mutlaka cezasını bulur, ya esas oğlan tarafından kemikleri kırılasıya dövülür veya seyircinin "oh olsun, layıkını buldu" temennileri arasında taksit taksit öldürülürdü.
Erol Taş bence tam vaktinde emekli oldu; çünkü o iyilerle kötülerin birbirinden net çizgilerle farklılaştığı bir dünyanın aktörüydü; kolay teşhis edilebilen, anlaşılır ve sarih bir kötü adamdı; kalleş değildi çünkü kalleşlik edemeyecek kadar belirgin derecede kötüydü. Kadim Yunan tiyatrosunda temel karakterleri vurgulayan maskelere ihtiyacı yoktu; onun yüzü maskeydi.
Türk sineması asri masallar anlattığı dönemde bir halk sanatı olma mertebesine erişmişti; roman anlatmaya kalkıştığı anda entelektüel bir bulanıklığa yuvarlandı: İyilerle kötüler birbirine karışmış, film hayata benzemeye başlamıştı. Gerçek hayatta olduğu gibi kötüler çoğunlukla suyun üstünde tutunabiliyor; iyilerin nice ah-ü zarla hakkını alamadan filmin bittiği oluyordu. Erol Taş, palabıyığının bükülüşünden kara gözlerindeki şiddet kıvılcımlarına, şenaat aksiyonlarından insafsız kararlarına varana değin katıksız bir vuzuh adamıydı; kötüydü, çok kötüydü ve hep kötüydü; onun için her filmde cezasını buluyor, İlahi adaleti tecelli ettiriyor ve seyircinin mantığını sağlamlaştırıyordu.
Kötü adamların ve onların vazıh bir tarzda teşhis edilmesinin ne kadar gerekli bir faktör olduğunu şimdi daha iyi anlayabilme noktasındayız. Sultan'üş-şuara Baki Efendi'nin, "Müşkül budur kim suret-i hak'dan zuhur ede" dediği hesap, batıl'ın suret-i hakdan, hakk'ın batıl suretinden tecellisini fark etmek çok yorucu ve olağanüstü dikkat gerektiren bir hüner. Kötüler gerekli, çünkü iyilere kontrast teşkil ediyor ve iyiliği çerçeveliyorlar.
Gariptir bugüne kadar Erol Taş'ın beyaz perde dışında gündelik hayatında nasıl bir insan olduğunu hiç merak etmediğimi fark ettim. Filmde olduğu kadar kötü olmasına imkan bulunmadığı halde onun içimizden biri olarak yaşadığı hayatın bu kadar meraktan uzak kalışı, imajın gerçeği örtmesiyle izah edilebilir ancak. Şimdi rahatsızlık ve zaruret sebebiyle kendisini emekliye sevk etmesinin imajıyla bir tezat teşkil etmediğini düşündüm; kötülerin jübile yapmaya hakkı var mıydı; imajın gerçeği zalimce bastırdığı noktada ön yargıların ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor bu.
Erol Taş'a emeklilik günlerinde huzur ve saadet dileriz; yukarıda yerinin kolay dolmayacağından bahsederken itinasız konuştuğumu şimdi fark ettim; aslında kötülerin yeri hiç boş kalmıyor; problem kötünün ve kötülüğün teşhis edilmesinde. Erol Taş, bu işi fıtri bir kolaylıkla temsil ediveren bir sarahat ustasıydı. "Erol Taş gibi bakma yüzüme" denildiği zaman neyin, kimin ve nasıl bir durumun kastedildiğini şıp diye anlıyorduk. Modern zamanlar aklımızı karıştırdı.
Bilmem fikrime iştirak eder misiniz; son yıllarda Türk siyasetinde, bir Yeşilçam kordelasını andırır tarzda temel karakterlerin ayrışmaya başladığını hissediyorum. Türk seçmeninin, "Erol Taş"ı teşhis ettiğinde nasıl davrandığını kısacık demokrasi tarihimizde birkaç kere görmüştük. Siyaset sahnesinin "Erol Taş"ları ucundan-kenarından tebellür etmeye başladı; ne var ki bu defa "esas oğlan" ortalıkta görünmüyor.
Yoo, biz seyirciyiz adı üstünde: Hangi filmde seyircilerin beyaz perdeyi yırtarak filme girip, nazlı Ayşe'leri Erol Taş'ların elinden kurtardığı görülmüş ki?
Mutfakta kimse yok mu?