Erdoğan, eski partisine ve yeni hükümete şans vermeli

Dış politika ve ekonomi gündemi yüzünden yönetim direksiyonu giderek ağırlaşan Türkiye’nin hâlâ bir şansı var: Yeni hükümete yeni bir şans vermek.

Kamuoyu, -hükümeti desteklesin veya muhalif dursun- bu krediyi açmaya hazır durumda; bu başlangıca hazır olmadığı sezilen tek kişi, yeni Cumhurbaşkanı.

İktidar ve yönetim süreçlerinde bir başkalaşma, bir kesinti olduğu intibâı vermemek için Sayın Erdoğan, seçimlerin tamamlandığı günden Meclis’te yemin edeceği ana kadar daha önce misli görülmemiş garip şeyler yaptı. Yaklaşık iki hafta boyunca hem cumhurbaşkanı hem başbakan gibi davrandı. Anayasa’ya göre bağımsız ve tarafsız bir kimlik takınması gerektiği hâlde partisinin toplantılarına, genel kuruluna katıldı. Partiyi ve yeni yöneticileri yükümlülük altına koyacak iddialı demeçler verdi. Sanki “Ben köşke gidiyorum ama sadece manevi varlığımla değil, maddi açıdan da sizlerle beraberim; gözüm ve kontrolüm her an üzerinizde olacak. Kimse ardımdan partide farklı şeyler yapabileceği ümidine kapılmamalı” anlamına gelecek şeyler söyledi.

Normal şartlar altında Sayın Erdoğan elbette ilk gününden itibaren temsil ettiği makamın vakarı ve itibarını tartışmaya açacak garip bir yola tevessül etmezdi. Onu, bu aşırı noktaya savrulmaya sevk eden sebep 17-25 Aralık olaylarının ağır tesiri oldu. Krizin ilk gününden itibaren zekice bir hamleyle soruşturmaların kendisine ve ailesine veya bazı bakanlara yönelik olmayıp Türkiye’nin dirlik ve düzenliğine kasteden bir ihanet niteliği taşıdığını, hükümete karşı bir darbe teşebbüsü olduğunu inatla savundu. Girdiği her iki seçimde seçmen kitlelerine karşı bu kartı gösteren Erdoğan’ın açıklamaları, seçmen tarafından itibar gördü; borsa tâbiriyle “satın alındı”. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduktan sonra parti grubundan, teşkilattan, hükümetten elini çekmemesi, “Çankaya’da yapayalnız kalıvermek” endişesiyle açıklanabilir ancak. Öncekiler gibi bütün partilere karşı eşit derecede uzak veya yakın bir cumhurbaşkanlığı modeli, Sayın Erdoğan için kabul edilemez; âdetâ kâbus dolu bir rüya olarak algılanıyor olabilir.

Hükümetin ilk haftaları bu minval üzerinde geçti; hükümet erkânı, Cumhurbaşkanına karşı eski günlerin icap ettirdiği bir saygı ve bağlılık gösterisinde kusur etmedi; söz ve icraatta ayrı durmamaya, farklı şey söylememeye itina gösterdi ve nezaketin dışına çıkılmadı.

Ne var ki Sayın Erdoğan’ın, Başbakanı, “bakanlar kurulu başkanı” fonksiyonuna irca eden, “Cumhurbaşkanının direktiflerini icraya memur bir sekreter” gibi gören tutumu, sıkıntı sebebi olmaya başladı. Kamuoyuna akseden satır arası ifadelerde bile bu rahatsızlığın izleri hissediliyor. Açık ifade edelim; Başbakanlık, Türkiye’de sistemin en güçlü makamını teşkil ediyor. Bir başbakan kalben hiç kırıklık duymasa bile yetkilerini ve sorumluluklarını cumhurbaşkanı ile paylaşamaz. Paylaşmaya rıza gösterirse hükûmet edemez.

Hükümete, mevcut bütün problemleri farklı bir gözle değerlendirip yeni çözüm açıları yakalaması için bir şans vermesi gerekiyor Sayın Erdoğan’ın. Aksi takdirde hükümet üzerinde şahsi vesâyet kurması daha ağır ve sıkıntılı siyasi krizlere yol açabilir. Hem hükümetin hem AKP grubunun ve parti teşkilatının “yeni bir başlangıç” yapabilme hakkı var; bu hakkın, teşkilat üzerindeki karizmatik ağırlığı yüzünden Sayın Erdoğan tarafından rehin alınması, AK Parti efsanesinin sonunu hazırlayabilir.

Yeri gelmişken hatırlamanın yeridir; kamuoyuna aksettiği şekliyle 17-25 Aralık soruşturmaları AKP’ye yönelik bir kapatma davasının ön yoklaması değildi. Bazı bakanların karışmış olabileceği yolsuzluk ihtimalleri söz konusuydu ve nitekim soruşturmayı izleyen günlerde hükümetin 4 bakanı görevlerinden ayrılarak en azından ithamların ciddiliğini bir yerde doğrulamış oldular. O noktadan sonra Sayın Erdoğan’ın meseleyi, “Türkiye’ye karşı hain dış güçlerin saldırı komplosu” diye niteleyerek karşı atağa geçmesi kendisi için siyaseten yararlı olmuş gibi görünse de AK Parti’nin bağımsız bir siyaset fenomeni olarak varlığını sürdürmesi riske sokulmuş oldu.

AK Parti, sosyal derinliğe sahip bir siyasi kuruluş. TC tarihinin en başarılı hükümetleri bu topluluktan çıktı ve bu topluluk bütün siyasi geleceğini ve kaderini liderinin iradesine teslim edemez; bu ancak ideolojik yönü güçlü partilerde olur.

Sayın Erdoğan, eski partisi üzerindeki şahsi vesayetinden vazgeçmezse, bu gidişin muhtemel âkıbeti, hükümet krizinin ardından partinin çatlaması olur.


Kaynak (Arşiv)