Engizisyon ölmedi
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Sadık Tural, Elazığ'da yayınlanan "Bizim Külliye" dergisine verdiği beyanatta dil meselesine dair ilginç sözler söylemiş: "Biz hakikaten bu çıkmaz davadan, bu çıkmaz didişmeden ne kazandık? Öz Türkçe"üvey Türkçe, uydurukça"gerçek Türkçe iddiasından ne kazandık? (...) Sözlüğün yarısına savaş açmış bir kafayla, ihtiyaca dayalı olarak üretilen kelimelere savaş açmış bir kafa bizi yaklaşık elli yıl savaştırdı. Bundan ne kâr ettik? Hiç!" Ve ardından buralara sığmayacak kadar uzun mülakatın özeti sayılabilecek bir cümle: "Kelimelerin osu da busu da bizim."
Teşhiste isâbet yoksa tedaviden ne hayr umulur; dil vâdisinde "Yanlışı da bizim doğrusu da bizim" kabilinden bir hükme itibar edilebilir mi? Doğruya doğru denilir, yanlışa da yanlış. Yanlışı doğruyla aynı hukuk içinde mütalaa edeceksek onca "ilim ve usûl"e ne hâcet var? Sayın Tural'ın deyişiyle "ihtiyaca dayalı olarak üretilen kelimelere savaş aç"tığı öne sürülen kafa, bir lisânın tabii seyri içinde değişebileceğini inkâr etmedi; onlar yanlışa itiraz ettiler ve itirazlarında ilmen de vicdanen de haklıydılar. Yanlış olan Türkçe'nin "toptan özleştirme" adı altında seküler, lâdinî, yani bambaşka bir lisan haline getirilmesiydi. Kendimi Dil ve Tarih Kurumu Başkanı'nın % 50 nisbetinde itham ettiği o "güruh"a mensup biri olarak gördüğüm için onların namına ehliyetle konuşabilirim: Biz, "konuşmak kötü tekellüm edelim" demedik, mevzu'nun yanında konu'yu da kullanıyoruz, içimizden kimse üçgen yerine müselles'te, kenar yerine dılı'da ısrar etmiyor ki. Dil tabii seyri içinde değişir ve Türkiye'de bu değişime homurdanan tek kişi bile gösteremezsiniz; ama tabii dili rayından çıkarmak için "elli yıl" boyunca didinen bir stadyum dolusu okumuş adam zikretmek mümkündür. Türkçe'ye evvela devlet, bilahire devletçi aydınlar eliyle zoraki bir müdahalede bulunuldu; bu hakikati teslim etmeksizin, "osu da, busu da bizim" yaklaşımıyla dil meselesine bakılamaz.
Sayın Tural eğer dil meselesinde birilerini hakikaten itham etmek ihtiyacında ise kendisine Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu adresini gösterebiliriz. Sözü geçen kurul, "millî" kelimesinin ders kitaplarından çıkarılmasını teklif etmiş. Şaka gibi görünüyor; ama değil! Zaman Gazetesi'nin haberine göre kitaplarında istenilen değişikliği yapmayan yayınevlerinin kitaplarına onay verilmeyecekmiş. Bu kadarla da kalmıyor; "istiklâl, bahtiyar, ilim, asır, felaket, tabiat, ifade, fikir, kanun, fert, nesir" gibi kelimeler de yasak listesine alınmış.
Neyse ki içlerinde "sâdık" kelimesi yok.
Görülüyor ki Bakanlık "osu da busu da bizim" demiyor; esasen dil meselesini çıkmaza götüren, devletin ta kendisi. Bizim "güruh"un elinden gelen sadece yüksek sesle şikâyet etmek.
Görülüyor ki mesele, her iki tarafa da ağabeylik eder bir üslupla, "bu kadar saçmalık yeter; kesin kavgayı bakalım, kelimelerin osu busu olmaz" denilerek tatlıya bağlanacak boyutları çoktan aşmıştır. Her iki tarafa da küçük birer tokat atarak yatıştırılacak bir bacaksızlar kavgası değildir bu. Tek yanlı bir dayatmadır; ilme, akla, vicdana ve çağa meydan okuyan zorbalıktır. Aradan elli sene geçmiş fakat teşhiste hâlâ isabet yok. Elini taşın altına sokmakta zorlananların en azından problemi bulandırmamasını bekleriz.
Hayır, 21. yüzyılda yaşadığımız büyük bir vehim; başka bir çağdayız biz, muhtemelen Batı'nın ortaçağlarına tekabül eden bir Obskurantizm devrinde...
Ve Engizitörler ellerinde hançerle kamusun ırzını pây"mâl etmektedir.