Encümen-i Dâniş, haydi göreve!

Selefleri arasında İlker Başbuğ, herhâlde en bahtsız genelkurmay başkanı olmalıdır. Çünkü görev süresi, ordu-siyaset-yargı ilişki ve dengelerinin yeniden yapılandığı bir döneme denk geldi. Bahtsız diyoruz; çünkü kendi karargâhı tarafından bu derece zor durumda bırakılan bir başka genelkurmay başkanı hatırlamıyorum. Önceden duyurulan programlı basın toplantılarında takındığı her iddialı tutum, daha sonra büyük ihtimalle yine karargâhtan çıkan birtakım vesikalarla boşa getirildi ve Başbuğ kamuoyu önünde mahcup duruma düştü. Özel Harp Dairesi ve Seferberlik Tetkik Kurulu’nda yapılan hâkim kararına dayalı aramalardaki tutumu, belki de bu sebeple öncekilere göre daha ılımlıydı. Mantıklı düşünen hiç kimse, Orgeneral Başbuğ’un aslında zanlıları ve suçluları himaye etmek istediğini düşünmez. O sadece, başkanı olduğu kurumun itibarını korumak için üzerine düşen görevi yapmaya çalıştığına inanan bir askerdir. Sayın Başbuğ’un, asker menşeli zanlı veya suçlulara karşı gizli veya açık bir sempati beslediğine de inanmıyorum. Sadece Orgeneral Başbuğ değil, hiçbir genelkurmay başkanı, ordunun lideri mevkiine geldikten sonra darbecilere, komploculara sıcak nazarla bakmadığı gibi, bu gibi arayışların, askerî hiyerarşiye karşı takındığı menfi anlamı da iyi bilir.

Problem, Org. Başbuğ’dan kaynaklanmıyor zannıma göre; fakat Başbuğ’un erkânıharpleri, onun böyle bir direnme stratejisi izlemesini salık veriyor olabilirler. Ne yazık ki neticeyi değiştirmeyen ihtimâllerdir bunlar.

ASKERLERİ, ASKERDEN ÇOK ASKERCİLER YANILTIYOR

İddialar hakikaten vahim, hatta sadece iddia seviyesinde kalmış olsa bile vahim. Zira ordu mensubu muvazzaf subayların bu derece siyasi hesap ve aksiyon içinde isimlerinin geçmesi bile başlı başına bir şeylerin tâ eskilerden beri yanlış tutulduğunu işaretliyor. Mâlum, 1960 Darbesi’nden sonra kurulan askerî vesâyet rejimi sadece demokrasiyi zedeleyip siyasi kültürümüzü dejenere etmekle kalmadı, bizatihi orduya da büyük zarar verdi. Ordunun sistem içindeki yerini işaretleyen yanlış kanunlar, orduyu lâyık-ı vechile güçlü, etkili ve muharip bir güç olmaktan çıkardı. Ordunun temel görevi, toplumu ve devleti dış düşmanlara karşı korumak görevine kilitlenmek iken, bu kanunlar orduyu, kendi halkından şüphelenmeye, onu düşman konseptinde görmeye ve bu yolla dikkat yoğunluğunu iç tehdide yöneltmesine sebep oldu. Biri binbaşı öteki albay rütbesindeki iki üstsubayın, başbakan yardımcısına yönelik bir suikast hazırlığı içinde olup olmadığını henüz bilmiyoruz; bu bilinmezlikten daha vahimi, söz konusu iki subayın bu eylemi pekala tasarlamış olabileceklerine dair beklenti, bir nevi genel inançtır. Dikkat edildiyse kimse çıkıp “Yok daha neler, olmaz böyle şey; askerimiz böyle şey yapmaz” yollu bir itiraz geliştirmedi; daha ziyade, “Mâkul görülmüyor; böyle basit istihbarat görevleri için daha ast rütbeli personel kullanılmalıydı” yollu tahliller duyuldu. İşte eski dilimizde “Şüyûu, vukûundan beter” dedikleri hâl budur.

TSK’nın iç politikayla arasındaki lüzumundan fazla samimi ilişki, herkesin mâlumudur. İşin daha fenası, içimizden bazılarının, iç siyasete bu derece yakın ve samimi duruşu ve ilgisinin, TSK’nın temel görevi olduğunu sanmasıdır. Siyasete meraklı ordu mensuplarını, “Ben hata yapıyorum” duygusuna kapılmaktan çok, “Ben görevimi yapıyorum; asli görevim de zaten budur” inancında diretmeye sevk eden sebep, orduya yönelik tenkitleri kolayca ordu düşmanlığı biçiminde algılatan o yaygın ve yanlış kanaattir. Bu noktada askerî personel olmadıkları hâlde “Askerci” gibi davranan kişi ve çevreler, Türkiye’nin normalleşmesine zarar veriyorlar.

ENCÜMEN-İ DÂNİŞ OLABİLİR Mİ?

Durum açık; Ordumuzun acilen içe dönük bir özeleştiri yoğunluğuna girişmesi ve içindeki siyaset heveslilerini, darbe heveskârlarını ayıklaması; bu amaca paralel olarak askerî eğitim süreçlerini yeniden tasarlaması gerekiyor. Durum açık fakat problemli: Ordu mensupları, kendilerine dışarıdan yönelen tenkitleri yapıcı ve iyi niyetli saymıyor ve temel duruşlarında bir ârıza olduğunu kabule yanaşmıyorlar. Org. Başbuğ’u, basın karşısında bu derece zor durumlara düşüren en baskın psikoloji budur. Öyleyse ordunun anayasa nizamı içindeki yerini belirlemek için, ordu mensupları tarafından güvenilir bulunan kişi ve çevrelerin devreye girmesi gerekiyor.

Kim bunlar? Basında zaman zaman yer bulan “Encümen-i Dâniş” olabilir mi?

Bu ihtimâl mümkün ve muhtemel görünüyor. Encümen-i Dâniş toplantılarına katılan tecrübeli ve kıdemli bürokratların; eski valiler, bakanlar, generaller, hakimler ve politikacıların basına yansıyan ortak vasıfları, orduya güven telkin eden kişiler olmalarıdır. Encümen-i Dâniş, bir mânâda ordunun itimat ettiği kişilerden oluşmuş gayriresmî bir think tank kuruluşu gibi görev görüyor. Encümen-i Dâniş’in şu sancılı süreçte devreye girerek, orduyu gitgide sürüklenmekte olduğu şaibeli platformdan uzaklaştırması, kabul etsinler veya etmesinler en anlamlı varlık sebeplerinin başında gelecektir. Bunu yapmalarını bekleriz çünkü, bizzat genelkurmay karargahının, asker kişilere yöneltilen suç isnatları karşısındaki mütereddid durumu, ordunun aleyhine işlemekte olan bir süreçtir.

BİR ARABULUCU İHTİYACI VE GÜVEN EKSİKLİĞİ

Ordu mensupları, hükümete; hükümet partisinin siyasetine ve problem çözme biçimine güven duymuyorlar; dolayısıyla hükümet eliyle ordunun siyaset platformundan çıkarılması zayıf ve zor ihtimâldir. Bu görevi âdil ve tarafsız işleyen bir yargı mekanizması yerine getirebilir fakat biz bu günlerde, tam da aynı gerekçelerle yargıyı da tartışma konusu hâline getirmiş bulunuyoruz: Yargının bir kanadına askerler, bir başka kanadına hükümet tam bir itimat gösteremiyor. Yargı hiyerarşisine tepe noktasına doğru gidildikçe, orducu ve devletçi eğilimler ağırlık kazanırken, orta kademelerde evrensel hukuka bağlılık yanlıları ağırlık kazanıyorlar. Tam da işimize çok yarayacağı, “tarafeyn” arasında âdil bir hüküm koyacağı bir esnada yargının tartışma nesnesi hâline gelmesi doğrusu çok acı.

Encümen-i Daniş, krizin işte bu kritik noktasında inisiyatif ve sorumluluk üstlenerek, hukuk devletinin temel ilkeleri ışığında orduyu, içindeki çürük elmaları tasfiyeye iknâ edebilmesi büyük hizmet olur ve bu gayriresmî kuruluşa büyük itibar bahşeder.

Benim şahsi tahminim, Encümen-i Dâniş mensuplarının, galip ihtimalle ideolojik gerekçelerle böyle bir görevi üstlenmekten kaçınacağı yolundadır fakat yanılmış olmayı dilerim. Bu kritik krizi, kurumlar arasında büyük sürtüşmeler yaşanmadan, karşılıklı güven duyguları yıpranmadan, çekişmenin siyasi bloklar hâlinde taban bulmasından önce kırıp dökmeden aşmamız lazım. Neticede her iş olacağına varır fakat akıllı topluluklar, başka tecrübelerden yararlanarak toplumsal zaman ve enerjiden tasarruf etme basiretini gösteren toplumlardır. Söylemek bana acı veriyor ama biz henüz o olgunluk seviyesine gelebilmiş değiliz; işi olacağına vardırarak, bedel ödeyerek, acı çekerek, zaman kaybederek, kaynak israf ederek ve bir süreci her anıyla yaşayarak problem çözmeyi tercih ediyoruz genellikle.

Bu defa böyle olmasın; şu bâdireyi, testiyi kırmadan, suyu dökmeden, âkıl kişilerin basiretli arabuluculuğu ile atlatalım inşallah.


Kaynak (Arşiv)