Enayilik vergisi

Bir ay kadar önce İstanbul'un Bağdat Caddesi'nde iki genç insan, trafik kazasında can verince televizyonlar ve gazeteler bu üzücü hadiseyi günlerce işlediler, geçenlerde de zanlının ilk duruşması yapıldı. Görebildiğim kadarıyla bu duruşmayı izlemeye gelen kamera sayısı ondan fazlaydı.

Bu ülkede her yıl, İstiklal Harbi'nde verdiğimiz şehit sayısına yakın miktarda insan karayollarında can verip sakat kalırken medyanın bu hadise üzerinde alışılagelmişin dışında ısrarla durması dikkatimi çekti. Aradan geçen bir ay zarfında şüphesiz başka trafik kazalarında başka insanlar da trafik cinayetlerine kurban gittiler; ama medyamız bu vakalarda üzerinde durulmağa değer bir mahiyet görmedi. Niçin?

Bu sorunun cevabını bilmiyor ama tahmin edebiliyorum; cevabını siz de tahmin edebilirsiniz: Eğer aynı kaza Çorum-Alaca karayolunda bir pancar traktörünün bir yerli binek otomobile çarpması neticesinde meydana gelse ve otomobilin içindekiler civar köylerden iki genç nişanlı olsaydı, zanlının mahkemeye çıkarıldığı gün en azından on kamerayı adliye bahçesinde görebilecek miydik?

Bir de "trafik terörü", "trafik canavarı" diye bir laf icat etmişiz; eğri oturup doğru konuşalım: Bu memlekette devletin haberi ve kontrolü olmadan böyle müesseseleşmiş, temadiyet kazanmış canavarların zuhuruna imkan vardır mıdır? Trafik terörü diye yıllardır yakınıp durduğumuz vakıa, son derece basit ve görünür bir "kamu hizmeti kusuru"ndan ibaret. İddia ediyorum; ülkemizde eğer gerçekten bir "trafik zabıtası" müessesesi mevcut olsa ve bu müessese gereği gibi kamu hizmeti yapsa, trafik canavarının Türkiye'ye verdiği zayiatı bir hafta içinde yüzde 90 nispetinde azaltmak mümkündür.

Şehirlerarası yollarda karşılaştığımız denetim manzaralarına bakınız: "Sağa çekiniz, ehliyet-ruhsat?" Ardından işlediğiniz korkunç trafik cürmünün tebliği; "50 km. tahditli yoldan 65 km süratle geçtiniz; işlem yapacağız!" Bravo, işte trafik canavarını yakaladınız, peki, hatalı sollama yapan, eksik donanımlı, başkalarının canını tehlikeye sokan araçlar hakkında da işlem yaptığınız var mı? Trafikte uyulması gereken kaide, sadece hız limiti midir?

Trafik tabelaları bir alem: Diyelim ki 60 km. hız tahdidi öngören bir levhayla karşılaştınız; bu tahdidin nerede bittiğini gösteren bir levhayı bulana aşkolsun. Buna mukabil trafik zabıtasının en büyük denetim gösterisi, esasen 60 tonluk treylerlerin bile 80'den aşağı seyretmedikleri yollara pusu kurarak "bundan ala denetim mi olur" mantığıyla gelip-geçeni faka bastırmak. Bu öyle bir ceza ki, "suç işledim, bu cezaya müstehakım" demek yerine isyan ediyor, kendinizi tuzağa düşürülmüş hissediyorsunuz ve tabii aynı cürmü işleyen herkes aynı cezayı ödemeyebiliyor da!

Sokaklar, yollar direksiyona geçtiğinde psikopatlaşan yüzlerce tehlikeli tiple dolu; ehliyet imtihanı sürecinde bir de psikolojik test uygulanamaz mı? Trafik düzeni, tek kelimeyle toplum hayatındaki nezaket kurallarının karayollarına uygulanmasından ibaret. Nezakete uymayanları birer birer ikaz etmek bizim görevimiz olamaz; kamu otoritesi, ülkenin her yerinde evvelce ilan edilmiş kuralların tamamını uygulamak ve ihlallerin tamamını cezalandırmak zorundadır; işlerin hiç de böyle yürümediğini görmek, kamu gücüne duymamız gereken saygıyı zedeliyor. Beş kilometrelik hız farkı yüzünden ceza ödemek zorunda kaldığınızda ise ödediğiniz miktar, cezadan çok "enayilik vergisi"ne benziyor bu yüzden.

Haberi Anadolu Ajansı vermiş, demek ki asparagas filan değil: Sivas'ta son günlerde "çevreye rahatsızlık veren trafik canavarına karşı" trafik müdürlüğü atağa kalkmış ve şehrin pek çok yerine simitçi, dondurmacı kisvesi altında eli telsizli trafik polisleri yerleştirmiş. Bu memurlar kural çiğneyenlere göz açtırmayıp anında merkeze bildiriyorlarmış. Haber ciddi, "kamuflaj" altında "gizli" vazife yapan memurların resmi bile var gazetede. Halbuki trafikçiler hep eleman azlığından yakınır dururlardı. Demek artık eleman fazlasına geçildi ki simitçi kisvesi altında trafik memuru istihdam edilebiliyor? Ne feraset! Trafik suçunu tespit için tebdil-i kıyafet etmeğe ne hacet? Birkaç cadde ve meydan hariç şehrin hemen her yerinde "ihlal" görmemek için enikonu saf olmak gerekiyor. Mesela bizim sokak tek istikametli olduğu halde bu kuralı ihlal eden araç sayısı yevmiye yüzden aşağı değil; hal böyleyken meseleye tebdil-i kıyafet zekavetiyle yaklaşmak insanı güldürüyor.

Kamu otoritesinden bahsediyorum; kamu otoritesi, "genel" nitelik taşıyan kuralları, ülkenin her yerinde, istisnasız ve eşit şekilde ayakta tutan ve işleten gücün adıdır. Kamu otoritesi ancak bu şartlara riayet ettiğinde saygı görür ve meşruluk kazanır. Türkiye'de "trafik canavarı" diye bilinen şey, sürücü dikkatsizliklerinin değil, kamu otoritesinin tesisinde gösterilen zaafiyetin eseridir. Kuralları koyan, koyduğu kuralları korumak ve ihlalleri caydırmak mecburiyetindedir. Meseleye bu kadar geniş kapsamlı ve ciddi yaklaşmak yerine flaster tedbirlerle, göstermelik, hatta medyatik uygulamalarla iş yapıyor görünenlerin yüzünden "trafik canavarı" azmanlaşıp durmaktadır.

Cumhurbaşkanını kırmızı ışıkta durduğu için ciddi ciddi eleştirenler var; kırmızı ışıkta durmak bir lütuf veya nezaket gösterisi değil bir mecburiyettir ve bu yasak herkesi kapsar. Bir kısım devletlu için kaidelere istisna getirildiğinde, herkese aynı hakkı tanımak şarttır ve belki de ülkemizde "trafik canavarı" işte bu tuhaf mantık yüzünden semirip durmaktadır.


Kaynak (Arşiv)