En Mukaddes Emânet
Bazıları "din"i, aşkın diliyle târif ediyorlar. Bu görüş hürmete şâyândır ve dileyen ittibâ eder; şahsi kanaatimce din ahlâktır ve bu yaklaşım da diğerleri gibi saygıdeğer bir görüştür. Efendimiz'in doğduğu günü kutlamanın en iyi şekli, zannımca ahlâkını taklittir.
İşin güzel tarafı ondaki hüsn-i ahlâk, beşerüstü değildir, dileyen her kişi Efendimiz'in ahlâkını taklid edebilir ve biz böyle güzel ahlâk sahibi olan insanların adlarını unutmayız, hâtıraları yâd edildiğinde "Allah ondan razı olsun, Allah sırrını takdis etsin" deriz. O bize insan tabiatının tahammül edemeyeceği şartlar dikte etmemiş, daha yolun başında mü'minlerin ümidini kırmamıştır, vasatın güzelleştirilmesine memur edilmiştir. Aralarında tefrik yapmadığımız Resuller içinde Efendimiz, "İslâm"ı, beşeri boyutlarıyla insana intikal ettiren ve oradan güzel ahlâk ile yükselten bir tebliğin memurudur ki şairini bilmediğim Arapça beyit, bu mânâyı ne hoş vurgular: "Efendimiz bir beşerdi fakat her beşer gibi değil / Taşlar arasında yâkut nasılsa öyle"
Onun ahlâkına ve karakterine tutunan, İslâm'a da tutunur, Kur'an ile kendini istikametlendirince başı Arş'a değer.
Simâca ve ahlâk itibariyle insanların en güzeli idi. Onun hulki ve seciyesi Kur'an idi; darılırsa Kur'an darıldığı için darılır, beğenirse Kur'an beğendiği için beğenirdi.
Fâhiş, mütefahhiş değildi. Ne çarşıda pazarda çığırtkanlık yapar, ne de kötülüğe kötülükle mukabele ederdi; bilakis o her kusuru afvederdi. Bir yerde bir eksik görse, yüzünü öbür tarafa çevirirdi.
Dünya umûrundan iki şey arasında muhayyer kılındı mı o, muhakkak en kolayını alırdı. Şu kadar ki, o kolay şey günah olmaya. Kendisi için kin tutup öç almamıştır. Meğer ki Allah'a karşı hürmetsizlik edilmiş ola.
Hayâ cihetiyle kendi köşesinde oturan bâkir kızdan daha utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmazsa onu sahibinin yüzüne vurmaz, hoşnutsuzluğu yüzünden bilinirdi. Hiçbir zaman hiçbir yemeği beğenmezlik etmedi; arzu ederse yer, etmezse bırakırdı.
Başıyla değil, vücudunun bütün hey'etiyle dönerdi; gülümserken dişleri birbirinden ayrılmazdı. Sözü, ekserin yaptığı gibi birbirine zincirleyerek değil, dinleyenin sayabileceği derece tane tane söylerdi ve kelimeleri gönüllere sinerdi.
Müşriklere her hâl ve hareket ile muhalefet edilmesini, onlara özenilmemesini isterdi. Bir keresinde minberde hutbe irâd ederken, "Nâsârâ'nın İbn-i Meryem'i bâtıl üzre medhettikleri gibi siz de beni medhetmekte mübalağa etmeyiniz! Şüphesiz ki ben bir kulum. Binaenaleyh bana: Allah'ın kulu ve resûlü deyiniz" demişti.
Bir sahabî, huzurunda nasıl davrandıklarını anlatıyor: "Öyle derin bir sükût, dikkat, aşk ve edeple dinlerdik ki, sanki başımızın üstüne konmuş bir kuşu ürkütmekten çekiniyor gibiydik."
Bir gün hutbe irâd ederken mescide henüz yeni yürümesini öğrenmekte olan Hazreti Hüseyin girdi, her adımda düşüyor ama dinleyenler saygılarından ötürü dinlemeye ara verip çocuğa el süremiyorlardı. Minberden indi, Hazreti Hüseyin'i kucaklayıp kaldırdı, yanına aldı ve, "Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer meşakkattir" âyetini okudu. Uykuya yatarken, "Yarabbi; senin isminle ölür, senin isminle dirilirim" derdi; uykudan kalkarken ise, "Hamd o Allah'a ki bizi öldükten sonra diriltti. Hepimiz O'na döneceğiz."
Uhud günü müşriklere karşı koltuk kabartarak ve salınarak yürüyen Ebu Düccâne'nin gıyâbında dedi ki: "Allah bu yürüyüş tarzını sevmez, amma bu yerde müstesnâ; kibirliye kibretmek sadakadır."
"Yedi tehlikeli şeyden kaçınınız" dedi. "Nedir?" dediler; "Allah'a şirk, sihir, Allah'ın katlini haram kıldığı bir hayâtı öldürmek, faiz kazancı ve yetim malı yemek, düşmandan yüz çevirip kaçmak, afif Müslüman hanımlara zinâ isnad etmek" dedi.
Efendimiz'in en "mukaddes emânet"i ahlâkı idi; başımızın üstünde devlet kuşu odur.