Emeksiz Osmanlılık bu kadar olur işte...
“Sağcılık çıkmazı” başlıklı yazıdaki o cümleyi açmak için ilgi çekici bir vesile doğdu: “Muhafazakârlık, Türk sağı için hayli iddialı bir niteleme olur, çünkü varlığı vehmedilen muhafazakâr bir kitle aslında olmadığı gibi neyi, nasıl, niçin ve hangi tarzda muhafaza edeceği hakkında kanaati de yoktur. Gelenekçiliği de muhafazakârlığın üstüne vurabilirsiniz...”
Bursa vali yardımcısının oğluna “Osmanlı usûlü” sünnet töreniyle ilgili görüntülü haberler, Hürriyet’in tabiriyle “basına bomba gibi düştü!” Törenden ötürü Bursa valisi rahatsızmış. Zaten yardımcısı da dün itibarıyla emeklilik dilekçesini vermiş bulunuyor. Bu haber yarın unutulur lakin geriye hicranlı birkaç tesbit bıraktı.
Ebeveynini ve sünnet çocuğunu tebriki müteakip iki tenkidim var: Evvelâ isteyen, kendi kesesinden evladına dilediği gibi düğün yapar ancak yer olarak Muradiye Camii avlusunun seçilmesi doğru olmamış. Cami avlusunda tören yapmak her vatandaşın kullanabildiği bir imkân olsaydı mesele kalmazdı.
İkinci ve esas tenkidim yukarıdaki cümlenin açılımıyla ilgili; yani Türkiye’de kendini muhafazakâr sayanların hangi değeri, niçin, nasıl ve hangi tarz üzre muhafaza edeceği hakkında sâlim bir fikri yok, bundan sonra olması da beklenemez. Bu törende Osmanlılık değerlerine özenildiği anlaşılıyor. Osmanlı’yı vurgulayan detaylara bakınız: Mehter takımı, Bursa kılıç kalkan ekibi, eski tarz üç etek giymiş birkaç hanım (Fotoğrafın üstüne ‘cariyeler’ diye etiket yapıştırılmış!), ayrıca Hacivat ve Karagöz’le bakır tepsilere dizilmiş birkaç bakır kap-kacak. Arka planda kırmızı tül cibinliğin önündeki abartı derecesinde “kitch” koltuğa gazeteci arkadaşlar bol keseden, “padişah tahtı” yakıştırmasında bulunmuşlar.
Osmanlı denince anlaşılması gereken bu mudur; bu noktada düğün sahibiyle haberi yazan gazetecinin değer algısı “al birini vur ötekine” dedirtircesine yerlerde sürünüyor. Belli ki Osmanlılar’da sünnet merasiminin şeklî esasları hakkında her iki tarafın da, basmakalıp Oryantalizmden başka bir fikri bulunmuyor.
Muhafazakâr kitle, özendiği ve yücelttiği Osmanlılık (siz buna İslâmi değerleri de ilave ediniz) hakkında acınacak kadar bilgisiz ve meraksız. Folklor ekibi gibi törenden törene gezdirilen mehter takımlarının kostümlerinden repertuarına kadar bütün ayrıntıları neredeyse “çakma” mahiyette bir kere; bilinen mehter havalarının en eskisi siz bilemediniz 150 yaşında ve sayısı birkaçı geçmez. Nerede mehter musikisini zenginleştirecek ve içini dolduracak müzikoloji etüdleri? Nerede yeni mehter besteleri?
Osmanlı gündelik hayatında bugünün ölçülerine göre, bırakınız yaldızla kaplanmış abartılı rüküş kadife kanepeleri, mobilya bile yoktur. Mevlevî kıyafetine girmiş ekmek parası peşindeki gençlerin içkisiz lokantalarda, fuarlarda, festivallerde dönmeye çıkarılması, işin aslını bilenler nezdinde ağlanacak derecede fecî görüntülerdir. Müslümanlığa, Osmanlılığa pek meraklılarımız, Osmanlı zevki denilen irtifâın pek altındadır. Yeni camilerin kuşak yazılarında bile “hüsn” sıfatından çok uzak, vezni bozuk hatlar sergileniyor. Gençlere Osmanlılık ruhu adına bol hamâsetli, köpürtülmüş bir fetihçi heyecan zerkedilmekte. Osmanlılığın en görünür, en maddî hâtırası ve mirası durumundaki İstanbul’un hâline bakmak yetişir: Bu İstanbul, Fatih’lerin değil, yağmacıların eseri olsa gerek. Eli yüzü düzgün seviyede klasik Osmanlı camisini taklid edecek mimarlar bile yetiştirememişiz. Osmanlı’nın dili, ait olduğu kültür ve irfan birikimiyle birlikte ortadan kalkmış. “Bu kelimeleri anlamıyoruz” diye sızlanan gençler, bilmediklerinin kelime değil, o kelimenin içinde vücud bulduğu tabii kültür iklimi olduğunu bile bilmiyorlar; olur olmaz yerlere yapıştırılan çakma padişah tuğraları... Hayranlık var, emek yok. Slogan seviyesinde lâflar ve görüntü unsurlarıyla Osmanlılık, eh ancak bu kadar olur.
Osmanlılığı taklide birikimimiz yetmiyor; bari modernliği becerebilsek; o dahi emek ve vukuf istiyor zirâ! [email protected]