"Ele verdim talkını..."
"Bu ülkede benden nefret edenler bile beni takdir ediyor" demiş Fatih Terim. İyimser yorum; ama kendisi hakkında bu değerlendirmeyi yapan biri kötü ihtimâli de gözden ırak tutmamalı. Kötümser yorum şudur: "Bu ülkede beni takdir edenler bile benden nefret ediyor"
*
Bu sene yaz, beş gün fazladan saltanat sürdü. Ağustos 15 deyince havalar erkekleşir Anadolu'nun ortayaylasında. "Ne alırsan bir milyon" dükkânlarında kırtasiye tedarikleri görülmeye başlamışsa, güzün ucu görünmüş demektir.
Bu mevsimde kırtasiyecilik zor zenaat; bir yanda milyoncular, öte yanda süpermarketler, şıkır şıkır kırtasiye çeşidi düzmekte raflara. Kitapçıların kitaba reva gördüğü kuma muamelesinin âhı mı çıkmaktadır?
*
Hava durumu deyince aklıma geldi. NTV'de haberlerin ardından hava raporu dinlediniz mi hiç; ben tiryakisi oldum şahsen. Hayır, havalar alâkadar etmiyor beni, sunucunun telaffuzu çok hoşuma gidiyor. Eski Yeşilçam dublajcılarını hatırlatan bir tonlaması var Meteoroloji Yüksek Mühendisi Gökhan Abur'un. Rahmetli Adalet Cimcoz'un erkek versiyonu sanki, "Sayın şeyirjiler, Akdenij bölgeşinde bulutlar..." Adalet hanım da "ş" ve "j" seslerine böyle çok tatlı yeni telâffuz imkânları kazandırmasıyla mütemâyizdi.
*
Türkçe'nin sesleri deyince hatırladım. Musikide olduğu gibi Türkçe'yi telâffuzda da bir "fem-i muhsin" (güzel ağızdan dinlemek) ihtiyacı vardır. Bundan otuz sene önce haber okurken çoğumuzu illet eden Erkan Oyal, Jülide Gülizar gibi usta sunucuları bugün, sanki Mesut Cemil Bey'in radyodaki takdimlerini dinler gibi dinliyorum. Lugâtler kelimeleri saklar, sesleri değil. Alfabemiz Türkçe'nin seslerini tâlime elverişli değil; bir "fem-i muhsin" bulup öyle öğreneceksiniz.
Lâmı-cimi yok; TRT, Türkçe'yi hakkıyla konuşan eski sunucularının seslerini albüm yaptırıp dağıtmalı.
*
"Muhatap" kelimesi ne kadar talihsiz; son zamanlarda bir "muhattap" imlâsıdır yayıldı gidiyor. Korkarım galat-ı meşhur haline gelecek. "T"yi şeddelemeyiniz efendim.
*
Papa cenaplarının Almanya'yı teşrifi ile habere takıldı gözüm; toplantısına katılanları af (endüljans) ile müjdelemiş. Müteveffa Papa John Paul'le ne büyük bir üslup farklılığı sergiliyor 16. Benedictus? Endüljans'ın kapsamı, "sacramental" yani "dinin kutsal saydığı şeyler"e karşı işlenen günahların affı ile ilgiliymiş.
Üzerimize vazifedir; Batı'da kutsallara karşı işlenen cürümler o kadar katmerli ve kavî ki, değil 16. Benediktus, 72'ncisine kadar bilcümle papalar tam mesai yapsalar bile izalesi gayrımümkündür.
*
Çanakkale'de Esenler Mahallesi'ndeki Hastanebayırı Şehitliği'nin içler acısı fotoğrafını gördüm bir gazetede. Vebâli, öncelikle resmi merci ve kurumların değil, mahalle sâkinlerinin boynundadır. Çanakkaleli olmak, o şehitliğin cennet bahçelerinden bir yer gibi âsûde, temiz ve yemyeşil hale getirilmesini emreder. Bu işe öncülük edecek semt sâkinlerine gücümüz yettiği nisbette yardıma hazırız.
*
Dünkü yazımda, "Ben araştırmacı yazar" değilim demiştim ya, isabet etmişim. Şimdi bütün okuyuculardan, Sarıkayalılardan ve Bigadiçlilerden özür dilemenin vaktidir.
Efendim ukalâlık bu ya, ben Sarıkaya'yı Sivas-Yozgat yolu üstünde sanıyordum, Saraykent'le karıştırmışım. Halbuki Sarıkaya Samsun-Kayseri yolu üstünde bulunuyor. Sizleri yanılttığım için af diliyorum; şu halim tam da "ele verir talkını, kendi yutar salkımı" atasözündeki vaziyettir. Bu arada dünkü yazıda eleştirdiğim yazardan da özür dilemem gerekiyor çünkü netice itibariyle ikimiz de aynı cehli paylaşmış olduk.
Bigadiçlilere de özür borcum var; önceki haftaki Pazar yazısında Bigadiç'i nâhak yere Çanakkale'ye bağlamak gafletine düşmüşüm. Böyle bir yetkim olsa Bigadiç'i vilayet yapardım halbuki.
Haçan pu ta bağa pir ters olsindir!