Ekran var ekran!
Paradoksu bir cümlede özetlemek mümkün: Siyasî maslahattan yana tavır takınmak veya gerçeğin yanıbaşında durmak.
Bugün olup bitenlerden biraz haberdar herkesin tâbi olduğu, kendince çözmek zorunda kaldığı bir paradoks bu. Siyasî maslahattan yana tavır almak güvenilir bir liman. ‘Ekser’ün-nâs’, maslahat kelimesinin üçüncü mânâsını önemser: ‘Barış, dirlik, düzenlik [kelime ‘sulh’ kökünden geliyor]’; maslahat-ı âmme, ‘kamu yararı’dır. Bugün pek çok firâset sahibi insana ihtilâfın içini bir kenara bırakıp, “İstikrar bozulmasın diye hükûmetin yanında durmak evlâdır” dedirten bu histir. Gerçeğin yanında durmak sevimsiz, netâmeli, tehlikeli, üstelik çokluğun ayıpladığı bir vaziyet alıştır. Dürüst olalım, evlatlarımıza bunu öğütlemeyiz, kahramanları alkışlamak ama kahramanlığa kalkışmamak gibi bir ortak an’anemiz var. Bir yanda “Hakk’ın hatırı âlidir, hiçbir hatıra fedâ edilmez” deriz, yetinmez, Hadis’in Arapça ibâresini hüsn-i hatt ile yazdırıp (El Hakku ya’lu velâ yû’lâ aleyh) duvarımıza asarız, öte yanda, “Bana dokunmayan yılan” deriz, “İşin yoksa şahid ol, paran çoksa kefil ol” deriz, “Doğru söyleyeni dokuz köyden” deriz... Hakk’ın taraftarı olmak Müslümanlığa mahsus bir özellik değil ki sadece; Allah huzurunda insanın varoluşunu onurla dik tutan bir meziyet. Ahlâkî bir mesele; insanın sual olunacağı en çetin, en çetrefil, en müşkül mesele.
Hâşâ, ben herkesten ahlâklıyım, dürüstüm mânâsında değil, hâşâ! Yanlış, hatalı olabilir, çoklarının hoşuna gitmeyebilir fakat kanaatimi dik tutan siyasî maslahat değil, ahlâkî bir vaziyet alıştır. Maslahat için endişelenenleri anlıyorum, görüyorum ve onlarla beraber değilim; ben doğru zannettiğim bir şey üzre duruyorum. “Ekser’ün-nâs”a karşı azlık taraftayım. Azlık-çokluk diye bakmıyorum hadiseye; kendi fikrimde ve içtihadımdaki isabeti düzgün tutmaya çalışıyorum; yani, öldükten sonra sual olunacağım şey hakkında titizlenmem gerektiğini düşünüyorum.
Kanaat izhar eden, sorumluluğunu da küfe gibi sırtında taşır; eyvallah!
Bir yağmur indi ve üzerinde az bir toprak bulunan kaya misâlindeki gibi ayrışıverdik. Yolsuzluğun fısıltısı bile kanaatleri hızla parçaladı; herkesi kendi tabiatına doğru gerilemeye zorladı. İrili ufaklı her kanaat sahibinin yazıp söyledikleri amel defterine yazılıyor.
Amel defteri deyince hoş bir nükte hatırladım. Bazı ev hanımları cumaları toplanıp bir hanım vaizenin dinî nasihat sohbetine katılıyormuş. Vaize hanım demiş ki: “Omzumuzdaki melekler bütün yapıp ettiklerimizi amel defterimize yazıyor; ahirette bütün yaptıklarımız adeta bir ekrandan bize gösterilecek.” Ekran benzetmesinden çok etkilenen hanımlardan birisi, ertesi gün arkadaşı ile sohbet ederken diyormuş ki: “Ay filanca hakkında çok tatlı dedikodularım var ama ekran var, söyleyemiyorum.”
Şu hanımdaki basiretten bizde de olsaydı keşke... Efendim, o ekranda düzgün görünmek lâzım; en mühimsenecek iş budur. Daha seküler bir tasvirle yarının tarihine bugünden poz veriyoruz; “Artık bizi şâhitlerle beraber yaz” diyebilmek için... Bu hakikat kapışmasındaki safımız dünyevî bir ikbâl emeli taşımıyor; ne iktidar, ne mansıp, ne şöhret... Allah şaşırtmasın, sırat-ı müstakim üzre kılsın cümlemizi yeter.
Geveleyip durmanın mânâsı yok; eğer PDY (paralel devlet yapılanmaları) diye bir şey varsa nazarımda Ergenekoncu, Balyozcu takımı ile aynı hizadadır; menfurdur. Savunan nâmerttir!
Plağın öteki yüzüne gelince; yolsuzluk yapanları anlayabilirim ama savunanları anlamakta mâzurum; onlara bir şey demiyorum, sadece bir ikaz:
-Yakanızı, başınızı düzeltiniz; ekran var!