Ekmek-köfte sorunsalı
Batıda bazı toplumlar önemli bir siyasi devrim, daha doğrusu istihâle geçirdiler; ağızları fena yandığından olsa gerek ‘Lider kültü’nü terkedip ‘hukuk devleti’nde karar kıldılar. Gelişmiş demokrasilerde artık hikmetinden sual olunmayan, karizmasıyla kitleleri heyecanlandıran ve nedense daima kutlu, yüce bir dâvâ peşinde yürüdüklerini ileri süren lider tipi revaç bulmuyor.
Bizim lider ve dâvâ arayışımız hâlâ devam ediyor. Vaktiyle lider ve dâvâ illüzyonuna kapılmış biri olarak söylüyorum, problem çözümünü lidere ve onun dâvâsına ihâle etmek, ferdiyeti unufak edildiği için özgüveni ve şahsiyeti zayıflamış toplumların ihtiyacıdır. Lider, bir ‘üst insan’, bir Übermensch veya daha avâmî bir tabirle politik bir Süperman olarak tek başına üstesinden gelemeyeceğimiz bilcümle ezikliğimizi telâfi edebilecek yegâne kişidir, tabir caizse bir ‘sevap keçisi’. Kendimizi ona raptederek şahsi sorumluluklarımızı ona ciro eder, kendi başımıza yol bulmak veya yeni bir yol açmaktansa onun rehberliğinde yürümenin bedava konforuna razı oluruz.
Liderlerin daima bir dâvâları olur ve bu dâvâlar öyle ufak-tefek şeyler değildir. Dâvâ borsasının açılış eşiği, dünyaya yeni bir nizam vermek, yeni bir medeniyet kurmak, eski ve şanlı tarihi ihyâ etmek veya asırlardan beri sistematik ihânete, tahkire ve ezilmişliğe mâruz toplumların üstündeki ölü toprağını silkmek gibi majör hedeflerdir. Bu borsada ufak civcivlere hayat hakkı yoktur. Muhammen bedel ne kadar yüksekse, rağbetçisi de o denli kalabalıktır.
Hukuk devleti ve beraberindeki olmazsa olmaz kurumlar, lider ihtiyacını minimuma indiriyor. Problem çözücü burada lider değil, evrensel hukukun zabt ü rapta aldığı sistemdir. Güçler ayrılığı, çatışmayı değil politik aklın birbirini dengelemesi ve uzlaşmayı amaçlayarak her krizde bir kahraman zuhûrunu engeller.
Oysaki bizim tarihimiz kahramanların tarihidir. Bırakınız zaferleri, yenilgilerimiz bile hep kahramancadır. Tarihimizi kahramanlar yapmış, biz ise hep onlara tâbi olmuşuzdur.
Bir noktayı unuttuk ama; önemli, çok önemlidir. Bu sistemi kurup işletebilen toplumlar ‘fert’lerden mürekkeptir; bu sistemler ferdi esas tutar, ona yatırım yapar. ‘Hak yok, vazife vardır.’ türünden saçmalıkları yutturmak yerine şahsî hakları son derece önemser. Temel hak ve hürriyetler, ferdiyet inşâsının olmazsa olmazıdır ve bu haklar kesinlikle başkasına devredilemez.
AKP’nin son kongresi, demokrasi plağının takılıp kaldığı yeri gösterdi. Lider kültü kutsandı, eşit vatandaşlık ve devredilemez haklar yerine sorgulamayı günah sayan ubûdiyet (kulluk) bilinci yüceltildi. Demokratik değil de meşveret (!) esasıyla kudsî bir oy birliğine varıldı. Şimdi, heyecan ve ümitle liderin şapkadan tavşan çıkarması bekleniyor.
Liderin şapkasında tavşan filan yok; ihtiyacı da yok. O problem çözerek değil, aksine problem kurgulayarak yönetebileceğini öğrendi. Problemlerin çözülebileceğini görmek insanları rahatlatır ve olup-biteni sorgulama ‘laubaliliğine’ iter. Ucu karanlık çözümsüzlükler ise ‘Dâvâ’ arayışını tetikler, tedirgin eder ve ‘güçlü biri çıksa da kurtarsa’ sızlanmasını tahrik eder. Dünyanın bütün dâvâları, politik bilinci ve şahsiyeti korkuyla parçalanmış insanları kendini fedâya çağırır ve dâvânın yanında onun ne kadar ufak olduğuna ‘sopa ve havuç’ mekanizmasıyla inandırır.
Plâk yine aynı yerde takıldı: Demokrasi lüks ihtiyaç. Güvenlik ve ekmek için şahsi haklarımızı kurbanlık koyun gibi boğazlayabiliriz. Devlette çift başlılık, şanlı tarihimizde de görüldüğü gibi fitne ve nifak sebebidir. Parçalanmış kimliğimizle bir ‘fert’ olmayı beklemek gibi bir hakkımız olamaz fakat ulu bir davanın kutlu ve isimsiz bir neferi olabiliriz pekâlâ.
Türk halkının politik kültürü üç aşağı-beş yukarı budur. Ne kadar ekmek, o kadar köfte!