Efsane, gerçeği döver!
Bugüne kadar tarihçilere veya ilim erbâbına havâle edilerek çözülebilmiş bir siyasi mesele gösterilemez. Siyâsi meseleler, siyâsi usûllerle çözülür. Devletin ağzıyla konuşanlar, "Ermeni meselesi hakkında sözü ilim adamlarına bırakalım" derken bu gerçekten elbette bîhaber değiller. Bizimkilerin işi "komisyona havâle" arzusu, meseleyi boğuntuya getirip unutturma kasdını taşımıyor.
Yapılmak istenen zannımca şudur: 1915"te olup bitenler, Ermeni diasporasının aktif lobi faaliyetleri neticesinde tarihî gerçeklik vasfından sıyrılıp bir mit, bir efsâne halini almaya başladı. Vasati insan zihni, çok tekrarlanan şeylerin doğruluğu hakkında tenkidçi davranmaz; yeterince yayılan ve teksîr edilen dedikodu, vasâtî zihinde müteârife"ye (aksiyom) dönüşür. Ermeni meselesi"nde Türkiye tartışmaya hep 5-0 mağlup başlıyor. İlim adamlarınca oluşturulacak milletlerarası bir heyete, hadiseyi inceletme arzusu, tartışmanın en azından eşit şartlar altında ve önyargısız bir bir bakış açısıyla eğilmek suretiyle başlamasını murad ediniyor. Buna mukabil Türklerin vaktiyle jenosit yaptığını ileri süren Ermeniler ise, dünya kamuoyunun Türkler aleyhine şartlandırılmasından alabildiğine memnun; bir an önce yüklenip sonuç almak istiyorlar.
Siyasetin böyle insansız ve insafsız bir kör noktası vardır; işler o raddeye gelir ki, vaktiyle böyle bir hadisenin cereyan edip etmediği bile önemini kaybeder; şimdi böyle bir yerdeyiz. Rakibinizi insafa ve hakikate dâvet etmenin pratikte anlamı yok; Türkiye"den "evet, biz Ermenileri hükümet kararıyla katlettik; bilerek ve isteyerek yaptık, özür dileriz, ceremesi neyse ödeyelim" demesini bekliyorlar. Bu cevabın haricindeki her itirazı yok sayacaklar ve sayıyorlar.
"Çıkıntı"ların beslendiği ortam işte böyle bir ortamdır.
Osmanlı Hükûmeti"nin o zaruret ve sıkıntı günlerinde bile, bürokratik mekanizmanın, dahili güvenlik hizmetlerinin en kağşadığı günlerde bile titizlikle tanzim edip arşivine koyduğu vesika adedine dikkat ediniz; 300 bin resmi evrak. Aradan 90 sene geçmiş olmasına rağmen 300 bin evraktan sadece 2 bininin tasnif edilip kullanıma açılması bizim ayıbımızdır ama o en beğenmediğimiz, en çok tenkid ettiğimiz Osmanlı Hükûmeti, devlet olmanın ciddiyetini muhafaza edebilmiştir. Sırf kayıt tutmaktaki ciddiyeti bile Ermeni tezlerinin, rüzgârı arkadan alan bir romantizmden yola çıktığını işaretler. Biz, üzerinde müzakere olunacak 300 bin evrak tutmuş ve muhafaza etmişiz. Bir kavmi cümleten ortaya kaldırmaya azmetmiş bir hükûmet, şenâeti hakkında bu kadar delil bırakmaz geride; saklar, imhâ eder, eğer varsa ayıbını gizlemeye kalkışır.
"Meseleyi tarihçilere bırakalım" yaklaşımının ardındaki mantık budur; ilmî, insaflı ve insânî bir yaklaşımdır ama siyâsî değildir. Öyle olduğu için, Diasporanın sivri dilli, radikal sözcülerine pısırık bir tavırmış gibi görünüyor. Türkiye"yi yılan görmüş kurbağa gibi korkudan felce uğratarak hareketsiz bırakıp siyâsî çıkar sağlamak derdindeki Ermeni lobicileri de bu tavrımızı işletilmeye lâyık, verimli bir mâden gibi görüp iştahlanıyorlar. Sistematik ve ısrarlı bir tarzda psikolojik ve siyasi üstünlüklerini muhafazaya uğraşıyorlar. Türkiye"nin savunduğu "önce ilim adamları hadise hakkında bir veritabanı oluştursunlar" tezini bu yüzden sevimli ve faydalı bulmuyorlar.
Türkiye"nin tezi doğru ve insaflıdır ama siyâsî değildir. Türkiye bu konuda siyaset üretemeyecek kadar mâli ve siyâsî zaaf hâlindedir ve o yüzden kaçınılmaz biçimde müdafaa pozisyonunda görünüyor. Esas mesele budur ve parametreler devam ettiği müddetçe meselenin çözümü mümkün değildir.
Ermeni radikallerini de en çok bu ihtimâl dehşete uğratırdı galiba; meselenin hakikati ile yüz yüze gelmek.