"Efendimiz"
Sairin, kesfi nefis; diyor ki: Muhammed (s.a.s.) beserdir; ama her beser gibi degil; taslar arasinda yakut ne ise oyledir." "Efendimiz" (*)in beser tarafini kesfetmek ve anlamak, onun vasitasiyla ve ondan sadir olan haberleri dogru degerlendirmek icin sart. Kendine has tabiriyle "Ene mislikum beserun" (ben de beser gibiyim; sizin gibi bir beserim) ifadesini anlamak kolay; ama o ilahi vahyin muhatabi olmasiyla bizden ayriliyor ve butun beseriyetin fevkine yukseliyor. Bu iki farkli boyutu nasil imtizac ettirebiliriz diye dusunmek gereksiz. Kur'an butunlugu icinde Efendimiz'in hem beser, hem beserustu olmasinin mantiki dayanaklarini bulmak mumkun. Kitap'ta Efendimiz'in sahsina atifta bulunan ayetler, pek cok eski (ve maalesef yeni) toplumu sasirtan, aldatan ve igvaya surukleyen o denge noktasini bir bir tahkim etmektedir: Kendisine haber verilen, ovulen, uyarilan, desteklenen, kefil olunan, teselli edilen, mujdelenen bir beserdir o; bu eylemlerin muhatabi olmasiyla bize benzer, ne var ki onun muhatabi alemlerin Rabbi'dir ve bu noktada beserden ustun irtifaa yukseliverir.
(*) Rahmetli Necib Fazil Bey, Efendimiz'e karsi duydugu edeb ve haya saikiyle kitaplarinda onun has ismini alenen yazmazdi. Dogrusu yazi teknigi itibariyle darda kalmadikca ben de bu usulu taklidi muvafik buluyorum. Diger yandan onun isminin gectigi her satira hurmet, selam ve ihtiram ifade eden salavatin (s.a.s.) kisaltmasiyla mutlaka ilave edilmesi bence pratik olmuyor. Bu hususta titizlik gosterenlere saygi duymaliyiz; ama ondan bahsedince sadece "Efendimiz" demek bana daha sicak, zengin tedaili ve kulfetsiz gorunuyor, ustelik bu tabirin bir Seyh Galib museddesinde oyle bir usluba cekilis tarzi var ki, baglanmamak mumkun degil:
Sultan-i rusul sah-i mumeccedsin Efendim
Bicarelere devlet-i sermedsin Efendim
Divan-i ilahide ser-amedsin Efendim
Mensur-i "le'amruk"le mu'eyyedsin Efendim
Sen Ahmed u Mahmud u Muhammed'sin Efendim
Hakdan bize sultan-i mueyyedsin Efendim
"Efendimiz" lafzini bende sicaklastiran bir rivayeti de nakletmek istiyorum; gunun birinde bir yabanci, Efendimiz'i taniyip gormek ve dinlemek, ziyaret etmek maksadiyla uzak bir diyardan gelmis. Kendisine "aradigin iste su hanededir" diye yer gostermisler. Iceri girip selam verdikten sonra bakmis ki mecliste kati ve gosterisli hiyerarsiyi isaret eden hicbir belirti yok. Birisi odada bulunan misafirlere hizmet etmekte. Adam sual etmis,
- Sizin efendiniz kimdir?
Mecliste bulunanlardan birisi cevap vermis,
- Bizim efendimiz bize hizmet edendir!
Meger o esnada "Efendimiz" hakikaten misafirlerine ikram hizmetinde bulunmakta imis. Imdi bu nuktenin icinde sigdirilmis bulunan cift katli mananin hangisine dilerseniz deli-divane olabilirsiniz.
Bu rivayetin sahih ve hasen bir hadis olup olmadigini bilmiyorum; erbabi dogrusunu bilir, belki hadis bile degildir lakin su nuktenin mazmunu ne kadar da "Islam"dir ve ne kadar da Efendimiz'e dairdir.
Ve "Efendimiz" lafzini her hatirladikca, zihnime cocukluk gunlerimin yaz mevsimlerinden kalma eski bir gelenek geliyor. Eskiden dugunden sonra damatlari aksamla yatsi arasinda dugune katilanlarla birlikte camie gotururlerdi ve iki vakit arasinda mevlid-i serif kiraat edilirdi. Cemaatle yatsi eda olunduktan sonra davetliler mescid onunde, yaridan kesilerek bir sopa parcasinin ucuna civiyle tutturulmus konserve tenekelerinden murekkep mes'aleleri ellerine alirlar, teneke kutunun dibine yarim paket tutun ufalanir, ustune bir cimdik gazyagi dokulur ve tutusturulduktan sonra pek hos bir dugun alayi tertib edilirdi. Ilik bir yaz gecesinin tenha ve yoksul sokaklari laciverd atlasiyla teslim aldigi o esref saatlerde, mes'alelerle dugun evine dogru yola koyulan kalabalik icinde, evvela sesi gur ve guzel birisinin baslayip bilahire cemaatin istirak ettigi o guzel ilahi hala kulaklarimdadir;
"Efendim senin yoluna yana yana kul olayim"
Iste bu "Efendim" lafzinin laciverd atlas ustunde altin ibrisim gibi parildayan intibaidir belki, ne zaman sevgili agabeyim Dogan Erdinc'le bir araya gelip eskilerden meske baslasak, bu guzel ilahiyi mutlaka hocanin guzel sesinden dinlemek isterim.
Farkindasiniz ki bu zarfi mazrufundan daha kabadayi bir yazi oldu. Bu kadar uzun hamisli yazilarla ulfet etmeyi ben de sevmem lakin hosgorunuz. Sozu Turkiye Diyanet Vakfi'nin her yil pek guzel bir gelenek haline getirdigi "Kutlu Dogum Haftasi"na getirip, 24-26 Nisan tarihleri arasinda Ankara'da (TEDAS Konferans Salonu) tertiplenen "Islam ve Demokrasi" sempozyumuna ilistirecektim. Yer darligi sebebiyle sempozyumun oturum basliklarini duyurmakla iktifa ediyorum: Ilk gun "Musluman toplumlarda birlikte yasama tecrubeleri" ve "Demokrasinin dogusu ve bazi Bati ulkelerinde uygulanan demokrasi modelleri" tartisilacak. Ikinci gun ayni konuya iki oturumla devam edildikten sonra "Teorik acidan Islam ve demokrasi" konusuna yer verilecek ve sempozyum ucuncu gunde "Yeni bir modele dogru" basligi ile tamamlanmis olacak. Haberi olmayanlara zevkle duyururum.
Kutlu Dogum Haftasi munasebetiyle, "Efendimiz"e gonul baglayan herkesi tebrik ederim; ne mutlu onu taklid edenlere!