Eey İzlanda, sen kimsin ya?
Dün İslâmcı arkadaşlara takılmıştık az biraz; milliyetçiler gönül koymasın, bugün sıra onların.
Bayramın ilk günü haberlerde inanılmaz bir görüntü seyrettim. Euro 2016’nın çeyrek finalinde Fransa’dan beş yiyerek elenen milli takımlarını İzlandalılar, başkent Reykjavik’in sahilinde görkemli bir törenle karşılamış, bağırlarına basmışlar.
Burnumun direği sızladı resmen. İmrendim, “Helâl olsun be!” dedim içimden. Denizli’nin tabiriyle ‘İçimizdeki İzlandalılar’dan biri gibi duygulandım.
Hani şampiyon olsalar veya finalde kaybetseler anlarım; takımın beş yemiş yahu. Futbolda mağlubiyet bizde şerefsizlik, alçaklık, hırsızlık gibi bir şeydir. Tuhaf insanlar, yenilip elenen takımlarına hoşâmedî etmek için işi gücü bırakıp çoluk-çocuk meydanı doldurmuşlar. Sizde hiç izzet, millî gurur ve şuur yok mu kardeşim? Podyumda futbolcular almış ele davulu, her vuruşta meydandaki bilmem kaç bin kişi huh çekiyorlar. Huh, huh, huh, sonunda alkış kıyamet, ardından şenlik eğlence. Bir meserret bir meserret…
Yahu dedim, şu rezil görüntüden ben niçin hoşlanıyorum ki? Kanım zaten şüpheli; acaba uzak ecdadımın içinde İzlandalı filan mı var; yoksa niçin elin İzlandalı’sının ‘görmemişin çocuğu olmuş’ neş’esine uzaktan iştirak arzusu duyayım. Mânâsız!
Hayır, mânâsız filan değil; anladım ben onu; içimdeki milliyetçi’nin çok derinlerden geldiği için zar-zor duyabildiğim, “Ben hâlâ ölmedim; bir fırsat bulsam hani, elimde bayrak sokağa dökülüp çocuklar gibi sevineceğim!” diyen sesidir o. Milliyetçilik! Yüz binlerce, milyonlarca insanı bir araya getiren, bütün olduğunu hissettiren ‘yüksek değerler’in varlığına inanmak! Kaba tabirle tasada sevinçte ortak olmak, birbirine güvenmek, yaslanmak; milletin muhtemel tepki ve heyecanlarından emin olmak. Tabir hoş karşılansın, ‘sürü’nün sıcaklığında şahsi ürperişleri savuşturmak. Biz iyi şeylerde birleşebilen bir topluluğuz diyebilmenin hazzını paylaşmak.
Şunlara bakar mısınız: Takımın teknik direktör muavini aslen dişçi. Taraftarın biri, “Bizimkilerin elendiği iyi oldu; en azından kasabamızın dişçisi evine dönüyor.” diye tweet atmış. Adamlardaki tevazu hissinin abartısızlığı vurdumduymazlık boyutlarında! Yahu sen İzlanda’nın en baş teknik direktörü muavinisin; biraz mevkiinin ağırlığını bil, ne bileyim biraz kasıl, saçma sapan hareketler yap; en azından kenara alacağın oyuncuya “Yere yat, zamandan çal, seyip seyip ayakta durma!” diye elinle kolunla tuhaf tarzanca mesajlar yolla. Gıcık!
İzlanda’nın bütün nüfusu 332 bin 529. Kilometre kare başına üç kişi düşüyor. Etin nee budun ne? Kaldı ki şanlı zafer sayfalarıyla dolu bir tarihin bile yok. Bunların uzak dedeleri, yağmacı-korsan kırması gariban deniz köylülerinden ibaret. Nedir öyle büyük ve asil bir millet edâlarıyla meydanlara yığılıp millî birlik ve beraberlik gösterileri yapmak: Eeey İzlanda, sen kimsin ya? Üç beş tane güyâ okumuş, tatsız tuzsuz, soğukkanlı insan topluluğu. Evvelâ adaaam gibi adam ol bakayım sen. Öyle eğitimliyiz, üreticiyiz şuyuz buyuz diye dayılanma, senin on katını vatandaş diye kütüğe yazmaktayız biz be. Efendi olun, sizi de mülteci alalım; vakıa siz muhalefete oy verirsiniz ama olsun. Hiç değilse kursağınız bulgur aşı görür, gözünüz güneşli kumsallarla bayram eder.
Bizim takıma bak; sessiz-sedasız, kaçak işçi otobüsüyle gelir gibi tevazuyla döndü ülkesine. Sizin gibi görgüsüz şenlikler yaptık mı, hayır. Niçin? Asiliz çünkü. 4 bin yıllık şanlı tarihin nihayetinde hâlâ ‘milli birlik ve beraberlik’ hedefine ulaşmak için çabalayan azimli bir milletiz veya en azından öyle olduğumuzu kabul ediyoruz. Gerçi bir kısım kötü, yaramaz, muhalif ve terörist vatandaşlarımızı ülkesinden bezdirmek için topla tüfekle sindirip elimizden geleni yapıyoruz ama kolay değil bu işler. Bir 4 bin yıl daha avans verseniz o da olacak inşallah. O zaman İzlanda’yı da orada yaşayan birkaç Müslüman’ın yüzü suyu hürmetine evrensel İslâm hilâfeti federasyonuna alırız.
Ah ah, neyleyim, şikeci İtalya, yedek kadrosuyla çıkıp bayırın İrlandası’na yenilmeyecekti ki…