Ecdâdı attan indirmesek...
Bugüne kadar Türk sineması onlarca tarihi film yaptı. Hatırlanması gereken ilk örnek 1951’de, yönetmen Aydın Arakon’un çektiği “İstanbul’un Fethi” idi, ertesi yıl “Kızıltuğ-Cengiz Han”la devam eden tarihi sinema merakı, 60’lı yılların ortalarında Cüneyt Arkın gibi sıradışı bir jönün çıkışıyla gürleşti.
Mütevazı imkânlarla kotarılan bu filmleri, bütün eksikleri hamaset mâcunuyla kapatan bir masumiyetle seyretmiştik, şimdi o filmlerde buruk bir komedi tadı buluyoruz; öyle ki, günün hangi saatinde olursa olsun, nerede bir Kara Murat veya Battal Gazi’nin Oğlu serisinden yerli film görsek kaptırıp gidiveriyoruz.
Yakın zamanlarda eli-yüzü düzelmeye başlayan tarihi filmler de yapıldı ama eğri oturup doğru konuşalım, şimdiye kadar bu mevzuda çekilen bütün filmleri üst üste koysak, tesir itibariyle bir Muhteşem Yüzyıl etmiyor. Evvela, televizyon seyircisi bu diziye bayıldı ve ona izlenme rekorları bahşetti; sâniyen Ortadoğu ve Balkanlar’da da sevilip seyrediliyor. Sanat değeri açısından entellerimizin burun kıvırdığı Türk dizileri, yurtdışında en çok itibar gören Türk ürünlerinin başında geliyor. Bir yanlışlık var ama kimde (Ben biliyorum ve söylemem!)
Evet, dizide tarihi gerçekler biraz esnetiliyor, bazen yayvanlaştırılıp abartılıyor ama biz bu meseleleri dizinin ilk yayın günlerinde konuşmamış mıydık: Bu bir dizi, ticari bir ürün, belgesel olmak iddiası yok. Beğenmeyen seyretmez veya oturup daha gerçek olanını yapar. Nitekim TRT de aynı mâhiyette bir dizi yaptırdı ama Muhteşem Yüzyıl’a rakib olamadı. Bu arada tarihi gerçeklere uymak konusunda daha iddialı bir Fetih 1453 filmini unutmayalım; salon rekorları kırdı, iyi de para kazandı ama etkisi pörsüdü gitti. Muhteşem Yüzyıl dizisi ise bizzat Başbakan’ın hışmını tekrar be tekrar celbetmek suretiyle gündemin ilk sırasında; ne zaman tavsar gibi olsa, bedavadan bir halkla ilişkiler çalışması imdadına yetişip kalkındırıyor diziyi! Bu açıdan bisiklet dinamolarını hatırlatıyor bu dizi bana; tekerleği dedikodu ve eleştiriler çeviriyor, enerjiyi ise yapımcılar sağlıyor. Kekâ!
Uygun gördüğü zaman aralıklarıyla diziyi acı acı eleştirmesi, Başbakan’ın bükülmez muhaliflerini de sonunda çileden çıkardı. Dünkü Taraf gazetesinde “araştırmacı” gazeteciliğin en galîz örneklerinden birini okuduk; Ertan Altan, “Ecdadımız Attan İnince...” başlığı altında, -meselâ aile büyüklerinin yanında yüksek sesle okumaktan arlanacağını tahmin ettiğim- bir yazı kaleme aldı. Yazının başında, “Tarih kitapları, ecdadımızın at sırtında olmadığı zamanlarda, Muhteşem Yüzyıl dizisinde asla göremeyeceğimiz türden faaliyetler içinde olduğunu anlatıyor” denilse de bu saygıdeğer araştırma (!) aslında bir kitaba dayanıyordu ve eğer hislerim beni yanıltmıyorsa, bu kitap bugünlerde yeni bir baskı daha yaparak okuyucusuyla bir kere daha bütünleşecektir; ne hayırhah bir in’ikas!
Taraf gazetesi, bir süre öncesine kadar kendisine kızanların bile saygı duyduğu, emek ve fedâkârlıkla inşâ edilmiş haklı itibarını tüketiyor. Başyazarı ile Başbakan arasındaki çekişme, Başbakan’a bir miktar tazminat parası ve önemli ölçüde seçmen desteği kazandırırken Taraf’tan çok şey götürüyor. Sözkonusu yazıda alenen farkedilen, “Ooh gördün mü, Osmanlılar da ahlâksızın tekiymiş!” kostaklanması, kontrolsüz öfkenin ne kadar tahripkâr olabildiğini hatırlatıyor. Başyazar ise aynı gün kaleme aldığı başmakalesinde adı geçen “Araştırma”ya cömert atıflarda bulunarak günün keyfini çıkarıyor. Osmanlı’da cinsî sapmalar üzerinden sürdürülen bir lâf düellosu. Tatsız, gereksiz ve düşkün.
Bizim oralarda “Birbirinden yüzü kara yavrularım” diye bir söz vardır; o kadar!