Duyuru
Der Spiegel’in kapağına, -içimi acıtsa da- yaşadığımız siyasi krizi anlatan özlü bir başlık koymuş: “Der Staat Erdoğan”, yani ‘Erdoğan Devleti!’ Aynı şeyi bizim söylememiz o kadar inandırıcı olmuyor.
Sekiz aydan beri hükümet, yasamadaki çoğunluğunu kaldıraç gibi kullanarak devletin içine sızıyor. Adalet ve İçişleri Bakanlığı’ndan sonra sair bürokrasi partinin irâdesine râm edilmekte. Anayasal kurumlar da birer ikişer devşiriliyor. Bu istikametin adı evet, buz gibi parti devletidir.
Peki, tırnak içinde “devlet” bir partinin kendini teslim almasına rıza gösterir mi? Görünürde bir itiraz, eskilerin ‘şanlı bürokratik direnişleri’ yok. Kitlevi memur tayin ve sürgünlerine ses çıkarılmıyor; devlet memurlarının vatandaşı fişleme, gizli arşiv tutma faaliyetlerine göz yumuluyor. Bu sessizliği itaat sayabilir miyiz?
Ben farklı fikirdeyim. Derin devletin nüvesi galiba şu sıralar, anayasa ihlâllerinin veya yüce divanlık suçların çetelesini tutmakla meşgul. Hükûmet, kimyasını bozan 17-25 Aralık travmasından sonra ters ayak üstünde yakalanan kalecilere döndü ve bir vakitler titizlikle sahip çıktığı milli irâde emanetini devletin derinliklerindeki odaklara teslim etti. Cumhuriyet başsavcısının ünlü Google iddianamesindeki incir çekirdeğini doldurmayan dedikodularla bugün işlenmekte olan anayasa ihlâllerini karşılaştırın şöyle bir; Google iddianamesi, yaşananların yanında siyah-beyaz ve romantik bir yerli film kadar naif ve alelâde kalıyor. Hükümetin, “işte sözümü yürütüyorum, inisayitifi ele geçiriyorum, kendi kadrolarımı nihayet bürokrasiye yerleştiriyorum” zannettiği icraatlar, sadece ihlâller dosyasını kabartmaya yarıyor ve bu esnada derin devlet -isteyen buna Ergenekon filan da diyebilir- zerre kadar riske girmeden kendi ajandasını hükümete ihâle etmiş durumda.
Vesâyet halanın keyfi yerinde anlayacağınız; hükümeti taşeron tuttu, kirli işlerini ona yaptırırken hayatını yaşıyor!
“Devlet”le, “parti”nin zımnî işbirliği ne kadar devam eder, meçhul. Muhtemelen operasyon gücü kalmadığında “parti”nin fişini çekmek “derin devlet” için işten bile olmaz. Bir nevi rehinelik durumu.
Devlet, Erdoğan’a kendini teslim etmez, zira inisiyatif zaten aslında derin devlette. Erdoğan, devlete karşı cürm-i meşhut vaziyetinden ötürü mahcup; muhaliflerine karşı ise ceberrutluğu ve merhametsizliği, yakalanmış olmanın ezikliğinden kaynaklanıyor. “Paralel yapı” operasyonunu tasarlayan kafa iyi bir ikramiyeyi hak etmiş olabilir. Çok zahmet çektiler fakat Hizmet hareketini, en azından insanların nazarında, “Bunlar da çok oluyorlardı zaten, kibirliydiler vs.” tarzında mahkûm ettirmeyi kısmen başardılar. Bu noktada önemli olan birilerini yakalayıp nezarethanede itip kakarak intikam almaktan ibaret değil. Bütün radikal inkılapçılar gibi antidemokratik icraatlarını mazur gösterek bahanelere ihtiyaçları var ve Hizmet hareketini şeytanlaştırmakla bir taşla iki kuş vurmuş gibi gurur duymaktalar.
Der Spiegel de onu söylüyor: Bu gidişin sonu Özbekistan vs. gibi bir ülke olmak! Bunu görmek için Alman zekâsına ihtiyaç yok belki fakat standart Türk mantığı ile çıplak gerçeği fark etmek de kolay değil. Spiegel’in sorusu neredeyse ayıp derecesinde çırılçıplak: “Türkiye hür bir ülke olarak kalacak mı?”
Bu soruya ben ve benim gibilerin verdiği karşılıkların -doğru da olsa- itibarı yok; aylardan beri bu tehliyeye dikkat çekmeye çalışıyoruz fakat insanların çoğu, “Aa, bunlar Hizmet hareketini savunuyor” diye anlıyorlar. Canınız sağolsun ama şu kadarcığını da bilin en azından; biz izahı imkânsız şahsi servet artışlarını, artık vazgeçemeyeceğimiz yüksek hayat tarzını, iktidar kışkırtıcı nimetleri değil, aklımızın erdiği kadarıyla Hakk’ı ve “ileri demokrasi”nin gereklerini savunuyoruz çok şükür. Bu mücadeleden galip çıkınca, “âdil, hür ve demokratik bir ülke”den başka bölüşeceğimiz ganimet de bulunmuyor.
Nokta-i nazarımdan durum bu kadar net; ilgili bütün cenahlara duyururum.