Düşünen ve hatırlayan müzik

Selânik; küllü ve sisli bir kelime zihnimizde; bugünün haritaları onu Yunanistan hudutları içinde gösterir. 1912 sonbaharında, şehir, Osmanlı tahtının en büyük şahsiyetlerinden birinin, II. Abdülhamid'in sürgün yeri olacak kadar Türk'tü.

Düşman istilâsında kalıp rehin durumuna düşürmemek için İttihat ve Terakki kabinesi "mahlû sultan"ı son anda Lorelai gemisine bindirip İstanbul'a kaçırdığından beri de sisler ve küller altındadır; tâ ki Hüseyin Yaltırık diye bir derlemeci çıkıp "Çalın Davulları" diye başlayan kadim Selanik türküsünü hatırlatana kadar... Osmanlı coğrafyası gariptir; neresine dokunsanız bir türkü ile âh ü enîn eyler. Mondros Mütârekesi'nden beri Kerkük türküleri, hudut dışında kalmış Kerkük'ün hâtırasını tek başına yaşatır durur. "Yemen bizim neyimize" havası, Türk'ün tarihine suâlidir ve cevabı yine orada gizlidir. Hâsılı bizim için türkü bir nokta"i nazardan bir düşünce ürünüdür; gâhi çığlıkla seslendirilmiştir, gâhi iniltiyle. Siyâsi coğrafyamız rafta kışlamış bir elma gibi kendi çekirdeğine doğru büzülürken türkülerin coğrafyası sisler ve küller altında dursa da hâlâ serhat beklemektedir.

Lâkin Sarıkamış... Sarıkamış, Anadolu'nun kuzeydoğuya bakan çatısı sıfatıyla "çok şükür" hâlâ bizim ve bizden olmasına rağmen bir başka serhat değil midir?

Bildiğim ilk Sarıkamış türküsünü, Kayseri'nin Sarız ilçesine bağlı bir Avşar köyünde dinlemiştim: "Sarıkamış ne aralı" diye başlayan uzun bir destan. Yemen'in az çok âşinâsı olduğumuz şöhreti yanında Sarıkamış faciasının türkü topoğrafyamızda niçin bu kadar az yer tuttuğu düşündürmüştü beni. Halide Edib'in "Türk'ün ateşle imtihanı" diye târif ettiği o müthiş kapışmanın hikâyesi bizim için hâlâ sisler altındadır; cephelerde tükettiğimiz binlerce ihtiyat zâbiti delikanlıdan (asteğmen) ve muvazzaf subaydan sağ kalıp da eli kaleme uzanan birkaç tanesinin hâtıratına Genelkurmay'ın az sayıdaki resmi neşriyatını ilâve ediniz; o kadar. Dünden bugüne aksetmiş ağır bir ihmâl gibi görünen bu zaafiyetin anlaşılabilir sebepleri vardır: Yazmaktan hoşlanmayışımız, aslen şifâhi geleneğe mensup oluşumuz, yazabilecek durumda olanların ve yazanların savrulduğumuz siyâsi çalkantılarda ağır bir otosansür endişesiyle temkinli davranmayı tercih etmiş olmaları yanında .özellikle Çanakkale cephesinde yıkıcı meblağlara varan ihtiyat zâbiti kayıpları; sonraki yıllarda baba"dede yâdigârı evrâkın kadr ü kıymet bilinmeyerek zâyi edilmesi. Çanakkale cephesindeki kayıplarımızın doğru"dürüst bir tahlili hâlâ yapılmış mıdır? İstanbul efradı, yani İstanbul doğumlu olanların ilk defa silâh altında alınıp mecburi askerlik mükellefiyetine tâbi tutulduğu ilk savaştı bu; ne var ki devrin idâdili ve Sultânili (lise) gençliği de sınıfları boşaltırcasına cepheye gönüllü yazılarak bir mânâda cihan harbinin kaydını tutacak zabıt kâtiplerinden bizi mahrum bıraktılar. Sadece tarihin zâbıt kâtibi diye bakmak eksik ve hatâlı bir değerlendirme olur; onlar geleceğin kumandanı, gazetecesi, ilim adamı, tabibi, yazarı, idarecisi ve siyâset adamı idiler; bir mânâda Batılı tarzda eğitim gören okumuş yazmış kuşağın kreması. Gittiler ve yerleri hâlâ dolmuş değildir. Bu müthiş beşeri kaybımızın uzak acılarını bugün ortak akıl eksikliği, ferâsetsizlik, idâresizlik ve neredeyse her sektöre dağılmış beceriksizlik cinsinden bir cereme ile çekmekteyiz.

Mutlaka duydunuz; genç musiki ve kültür adamlarımızdan Özhan Eren "Sarıkamış'lı Geçmiş Zaman" adıyla bir eser yayınladı; alışık olmadığımız cinsten bir eser; kitaplı albüm veya albümlü tarih arkeolojisi demek de mümkün. Arkeoloji kelimesini bilerek seçtim; çünkü yakın zamanlara doğru geldikçe tarihî hadiseleri aydınlatacak sağlam ve etraflı bilgiye ulaşmak, ancak arkeologların zahmetli gayretlerini hatırlatan bir azim sarfıyla mümkün olabiliyor. Özhan Eren, geçen sene yaptığı Sarıkamış seyahatindeki hislenişlerini sekiz parçalık bir Sarıkamış ağıtı halinde musikileştirmekle iktifa etmeyip, ilâveten 60 sayfa tutarında bir arkaplan bilgisi derlemesi de hazırlamış. Ağıt, çünkü Sarıkamış harekâtından bahseden her cümle eninde"sonunda bir ağıt terennümüyle okunmak zorundadır.

"Birileri ihmâl ettiyse, ben tamamlarım" iştiyakının yoğurduğu ve kıvamlandırdığı bir eserle karşı karşıyayız. Tarih şuuru böyle bir şeydir işte; sanatkârı ilhâm perisinin kanatlarıyla yüceltir, bestekârına yücelerden ve enginlerden pervâz ettirir. Okurken ve dinlerken devrin rûhuna dokunur, kabza tutarken kanı donduran beyaz ölümü hisseder, cepheye asker sevk eden bir tren katarının yük vagonlarında sağa sola savrulursunuz.

Özhan Eren, eline, diline, kalemine, sazına ve gönlüne sağlık ey sevgili kardeşim; ümit ederim ki açtığınız çığır, Türk musikisinde "tematik eser" vâdisinde yürüyenlerin sayısını artırır ve ümit ederim ki kabiliyetini arabesk veya pop piyasasında israf eden onca değerli müzisyen ve sanatkârımız sizi örnek alarak, ilhamlarını daha kalıcı bir özle mayalandırır ve bu ülkede "düşünen ve hatırlayan müzik" geleneğinin temeline konulmuş bir tuğla olmak şerefini kazanırlar.

Bu esere emeği geçen saz sanatçılarından grafikerlere, bilgisayar operatörlerinden stüdyo teknisyenlerine kadar herkesin ismini buraya bir bir yazıp teşekkür etmek isterdim; ama maalesef mümkün değil; gam değil, bilsinler ki verdikleri emeğin farkındayız ve onlara şükran borçluyuz.

Eser, Doğan Müzik şirketi tarafından dağıtılıyor: Telefonu (0212 520 79 70), sipariş için e"posta adresi ise şöyle: [email protected]


Kaynak (Arşiv)