Dürüst ve dürüşt!
Evvelâ bir nezaket vazifesini ifa etmek isterim; muhtelif yazılı beyan, söz ve tavırlarını eleştiren yazılardan ötürü Sayın Cumhurbaşkanı sadece bana değil her yazara olgunluk gösterdi.
Sabah kahvaltısından sonra gözden geçirdiği gazeteler arasında Zaman'ın bulunduğunu sanmıyorum; günün ilerleyen saatlerinde de Zaman okuduğunu tahmin etmem; aslına bakılırsa köşke Zaman girip girmediği bile meçhulüm; olsun; öyle dahi olsa, hakkındaki eleştirileri ağırbaşlılıkla karşılaması altı çizilmesi gereken bir haslettir.
Sade vatandaş gibi davranmak arzusunu da hep uzaktan uzağa takdir ettim; bu hususta ifrata varan takıntılarını (meselâ veda ziyaretlerini şahsi otomobili ile yapmak gibi) da anlıyor ve saygıyla karşılıyorum. Bu samimi arzusuna rağmen niçin asla sade bir vatandaş bakışına sahip olamadığı ayrıca ele alınmalıdır.
Sayın Sezer'in bir dünya görüşü vardı ve 7 seneyi aşkın zamandır hayatı ve olayları nasıl yorumladığına hep birlikte şahit olduk. Bizleri şaşırttığı tek husus, Devlet başkanı seçilmesinin öncesinden başlayarak bir süre devam ettirdiği hakikaten çağdaş ve hürriyetçi kimliğini tez zamanda terkederek pek muhafazakâr, ancak 20. yüzyılın başlarında revaç bulmuş asık suratlı bir kamu hukuku yorumuna takılıp kalmasıydı. Bu şaşırtıcı içtihat değişikliği kimine göre Cumhurbaşkanlığı sürecinde takınılmış bir takiyye, kimine göre aslına rücû idi. Her ne ise; bu içtihadını sevmedik, eleştirdik.
Bazı konuşmaları ve yazılı beyanlarında, cumhurun yarıdan çoğunu kelimelerle döven, azarlayan, tekdir eden bir üslûbu tercihi bizim için büyük hayâl kırıklığı oldu. Göreve başladığı zamanlarda ona karşı duyduğumuz sempati giderek azaldı, matlaştı ve soğudu. Şimdi o yerde muhabbetten zerre kalmamıştır. Önemli mi? Elbette önemli; nâsın hüsn-i şehâdeti sebeb-i rahmettir.
Devlet başkanlarına anayasanın tanıdığı yetkiyle bazı mahkumları affederken tesadüf denilemez sıklıkta sol mahreçli eylemcileri kollaması tarafsızlığını gölgeledi. Bugün tarih sahnesinden çekilirken zihnimizdeki fotoğrafında o paslı gölgeler bâki kalacaktır.
Eleştirdik ama hiç saygısızlık etmedik; çünkü şahıslarla temsil edilen makamın dikkatle tefrik edilmesi gerekiyordu. Cumhurbaşkanlığı makamına daima hürmet gösterdik, bir gün bile "siz bizim Cumhurbaşkanımız olamazsınız" demek aklımızdan geçmedi; meşrû usullerle seçilmişti ve yönetimine kendi yorumunu seçmişti. Bu yorumu beğenmedik ama "in ordan aşağı" demek kimsenin aklından geçmedi. Meşruiyetini sorgulamadık; eşinin giyimini, hayat tarzını dile dolayarak bundan politik malzeme çıkarmak ucuzluğuna tevessül etmedik.
O bizim 10. Cumhurbaşkanımızdı; öyle kalacaktır.
Ne var ki görev süresinin -biraz da temdide uğrayarak- uzayıp nihayetlenmesinden derin bir üzüntü duyuyor değilim; hatta bu uzun süreyi Türkiye Cumhuriyeti'nin temsil bâbında kayıp sayanlarla hemfikrim. Bu yüzden 11. Cumhurbaşkanı'nı top atışları ile karşılamayı ne kadar abartılı bir sevinç gösterisi olarak karşılıyorsam, Sayın Sezer'i çiçeklerle uğurlayanların hüznüne iştirakte gönlümü hiç de hevesli bulmuyorum.
Kendisine sağlıklı ve mutlu bir emeklilik dilerim; bu saatten sonra daha etraflı ve yoğun bir okuma faaliyetine girişerek entellektüel karîhasını yükseltmesini, sıkça tekrarlamaktan zevk aldığı "çağdaşlaşma" ve "aydınlanma" kavramlarının gerçek meâline vâsıl olabileceğini ümid etmiyorum. O, hatâ vü sevâbıyla 20. yüzyılın ilk çeyreğinden zamanımıza aksetmiş anakronik bir hâtıradır artık.
7,5 seneye yaklaşan Devlet başkanlığı görevi esnasında dürüst ve "dürüşt" bir devlet memurunun en yüksek kamu hizmeti makamına çıkabileceğini göstermesi bakımından müsbet bir örnek teşkil etti. Bu dahi az hizmet sayılmaz.
Güle güle Sayın Sezer; sizi özlemeyeceğimizden emin olabilirsiniz.