"Dur bakalım ne olacak?"
Taha Akyol, "Kürtler ayrılırsa!" başlıklı dünkü yazısında Diyarbakır merkezli gösterileri hayli farklı tarzda değerlendiren soğukkanlı bir tahlil yaptı; özeti şudur: Özellikle yatırımlar açısından bölgede durum iyileşmeye yüz tutmuşken son olaylarla yatırımcılar yeniden ürkütülmüştür; özel yatırımların azalması ile PKK'nın bölgeyi proleterleştirme hedefi geçerlik kazanmaktadır; halbuki Güneydoğulu iş adamları olayların karşısındadır.
Bu durumda Güneydoğulu burjuvazi ile ayrılıkçıların hesabı çatışıyor.
Neticesi ne olur? Akyol, PKK'nin proleterleştirdiği (daha doğrusu lumpen proleterya şeklini vermek istediği) bir kuşağın Kürtler için felâket olacağı tahmininde bulunuyor. Bu tahlil isabetlidir; geçim ve gelecek endişesini göğüslemek amacıyla hayata tutunanlar kolay kolay marjinalleşmezler. Ancak Filistin'de müşahede ettiğimiz gibi bir halkın neredeyse tamamı, aylığa bağlanmış dış yardımların adam başına bölüştürülmesi suretiyle "iaşe ve ibâte" olunursa, "aylık istihkakından başka kaybedecek bir şeyi kalmayan" her nevi aşırılığa açık ümitsiz kitlelerle şiddet politikalarına taban bulmak mümkün olacaktır. Kuzey Irak'taki Kürt yönetiminin iktisadi profili üç aşağı beş yukarı Filistin'e benzer bir manzara gösteriyor; işgal güçlerinin petrol gelirinden tahsis ettiği ödeneklerin teşkil ettiği fonlar, karşılıksız maaş gibi dağıtılmak suretiyle bölgede geçici bir istikrar sağlanmış durumda. Barzani yönetiminin Selahattin Üniversitesi'nde okumayı tercih eden gençlere verdiği bursun kaynağı da aynı mahreçtedir.
Meselenin siyasi boyutunu kasden ihmâl ederek söylüyorum; bir halka yapılacak en büyük kötülük, onu ianeye bağlayarak politik liderliklerin kölesi haline getirmektir; en büyük iyilik ise o halkı üretken, "meslek sahibi" ve geleceğe dair şahsi ümitler besleyen bir mevkie yükseltmek.
Diyarbakır Valisi'nin sözlerine dikkat ediniz: "Çocuklarınıza sahip çıkınız" diyor, döne döne tekrarlayıp altını çiziyor, çünkü sokak gösterilerinde en tehlikeli rol sabi-sıbyâna veriliyor. Sabah evden çıkarken hiçbir şey iken, öğleden sonra "şanlı bir kurtuluş savaşının isimsiz kahramanı olmak" ihtimâli bir delikanlı için daima hesaba alınacak bir seçenektir, çünkü onlar şahsi yoksulluklarının sebebini devletten bilerek büyütüldüler. Polis panzerini elindeki molotof kokteyli ile cayır cayır tutuşturan çocuğun o akşam "başardıklarını" nasıl gururla anlatacağını tahmin ediniz, belki ömrü boyunca anlatacak.
Devletin yıllar boyunca bölgeye aktardığı kaynakları tâdad etmenin, PKK tarafından yakılan şantiyelerden, öldürülen, kaçırılan teknik elemanlardan, ürkütülen yatırımcılardan bahsetmenin artık hiçbir anlamı yok: Eylemcilere göre onlar "lâ şey" hükmünde!
Belli ki bölgede psikolojik bir duvar yıkılmıştır; Vali'nin "çocuklarınıza sahip çıkınız" sözü, ebeveynlerin, yani çocuklara ve gençlere göre daha temkinli olması beklenen yaş grubunun da tehlikeli bir romantizme kaydığını gösteriyor. Bu gidişatın görünür âkıbeti, Taha Akyol'un ifadesiyle PKK taraftarlarının patolojik bir yapıya sürüklenmesidir. Birilerinden iane bekleyip, iane sahiplerinin siyasetlerini canı pahasına desteklemeye kıstırılmış bir ömür! Türk askerini sömürge ordusu gibi değerlendirirken, Irak'taki işgalci koalisyon birliklerini neredeyse tebcil etmeye kalkışan bir idrâk ve basiret tutulması.
Takdir ediyorum; bugünlerde Kürt olmak hakikaten zor. Birkaç bin kişinin gösterdiği aşırılıktan, bunları paylaşmayan milyonlarca insanı ayırdetmek kolay değil, ama o milyonların da bu zihni karışıklığın düzeltilmesine yardım etmesi lâzım. "Dur bakalım ne olacak" şeklinde özetlenebilecek zâhiri ilgisizlik tavrının Güneydoğu meselesinde en büyük kanaat partisi haline gelmiş olması tehlikelidir.
Dur bakalım ne olacağı yok artık; en azından ABD Büyükelçisi böyle düşünüyor galiba!