Dünyaya erken gelmiş bir hürriyetçi fikir kadını: Halide Edib Adıvar

Üsküdar İskelesi’nin sırtlarındaki Halide Edib Adıvar Lisesi, bugünlerde benzeri pek çok okul gibi tamamen yıkılarak yeniden yapıldı ve açılmak üzere. Onu, okullara adı verilen Türk büyüklerinden biri zannedenler yanılmış olurlar.

Halide Edib Hanım, Cumhuriyet tarihimizin en kayda değer şahsiyetlerinden biri olmakla kalmaz; aynı zamanda Milli Mücadele’nin en öne çıkan kadın karakteridir ve sanılanın aksine onun siyasî rolü, edebiyatçılığından ve ilmî şahsiyetinden daha önde yer tutar. Halide Edib Adıvar’ın yakın tarihimizde tuttuğu önemli yeri bana, İpek Çalışlar’ın “Biyografisine sığmayan kadın: Halide Edib” adlı eseri hatırlattı.

Halide Edib, Meşrutiyet devrinin en karizmatik ve etkileyici kalem ve aksiyonerlerinin başında gelir. Milli Mücadele’yi, işgalin başladığı günlerden itibaren büyük riskler üstlenerek savundu; ardından kalem mücadelesini kâfi görmeyip Anadolu’ya geçti ve Ankara’da M. Kemal Paşa’nın karargâhında görev aldı. Harbin en ateşli günlerinde cepheye giderek ülkesine hizmet etti. Aksiyoner şahsiyetini kendine mahsus bir idealizmle hayatının mihveri haline getirmiş biridir o.

Tabii eğilimi ve eğitimi icabı “Halide Onbaşı” Anglo-Saxon tarzında hürriyetçi bir demokrasiye taraftardı. Zaferden sonra “Cumhuriyet”in giderek otokrat karakter kazanması üzerine Gazi’ye duyduğu bağlılık ve hayranlık solgunlaştı. Tutucu ve otokrat bir karakter kazanan Cumhuriyet yönetimine karşı pek de aktif sayılmasa da net bir muhalif duruşa büründü. Alkışçıların hizasında durmak ve yeni rejime güzellemeler yağdırmak yerine onun suskunluğu tercih etmesi bile dikkatlerden kaçmadı. Meselâ o günlerde Gazi’nin direktifi olmadan kalem oynatamayan takımından Yusuf Ziya (Ortaç) Halide Hanım’ı kastederek, “Vatan kurtuldu ve siz işsiz kaldınız... Mebusluk mu istiyordunuz, vekillik mi, kimbilir gönlünüzde ne aslanlar yatıyordu?” satırlarıyla Ankara’nın onu artık makbul görmediğini göstermişti. 1924 yılında eşi Adnan Adıvar’la yurtdışına çıktılar ve bu birkaç aylık seyahat, Türkiye’de rejimin Takrir-i Sükûn Kanunu ile diktaya dönüşmesi üzerine 1939’a kadar sürdü.

Gönüllü sürgün yıllarında İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Ferid Tek, Halide Hanım’a dostluk göstermedi; Ferid Bey’in eşi Müfide Ferid, o günlerde kaleme aldığı Pervaneler adlı eserinde Halide’ye sert eleştiriler yöneltmiş, Amerikan kültürünün gönüllü misyoneri gibi davranmakla itham etmişti. İpek Çalışlar kitabında geçen bir anekdota göre, M. Kemal Paşa, Türkiye’deki İngiliz diplomatı Hoare’ye Halide Edib hakkında sitemlerde bulunmuştu (s. 344); buna göre Gazi, sözü Yahudi tehdidine getirmiş ve bu tehdidin Halide Edib’in şahsında ortaya çıktığını, onun vaktiyle Türkiye’ye ABD mandası getirmek istediğini ve o günlerde İngiliz aleyhtarı olduğunu, şu anda ise İngiltere’nin onu sığınak teşkil etmesinden hoşlanmadığını imâ etmişti. Bir devlet başkanının, gönüllü sürgününde zor şartlar altında kendi geçimini temin eden bir vatandaşını, o ülkenin diplomatına şekvâ etmesi, eğer doğruysa pek acıdır. (Bugünlerde de bu hadiseyi andırır bir diplomatik sızlanma hadisesi vuku buldu; tarih ibret alınmazsa tekerrür ediyor galiba!)

Kezâ Nutuk’ta Halide Edib’in manda taraftarı olduğu da özellikle vurgulanacaktı. Ayrıntılarını Çalışlar’ın kitabında bulabileceğiniz bu terâne, okullardaki her inkılap tarihi dersinde bir kere daha üstünden geçilerek hakikati incitiyor. Oysaki Halide Hanım, 39’da yurda dönüşünde milli eğitimin aşırı derecede doktrine edildiğini fark ederek öğrencileri daha hürriyetçi yetiştirmek gerektiğini söylemiş ve tabii ki kendisine kimse aldırış etmemişti. Türkiye’de demokratik kültür, o tarihten bu yana ne yazık ki pek gelişmiş sayılamaz.

Yurda döndükten sonra Halide Hanım birbirinden değerli ve güzel eserler verdi. Üniversitede İngiliz filolojisi kürsüsünü kurdu ve yıllarca yönetti. Tek parti döneminin Milli Şef’i tarafından dostluk görmesine rağmen aktif siyasete ilgi göstermedi. 1950’de Demokrat Parti’den vekil seçildiyse de kısa zamanda siyasetin kendisi için uygun olmadığını fark ederek kürsüsüne döndü.

Halide Edib Adıvar’ın siyasî çizgisi, bugünün değerleri itibarıyla liberal demokrat çizgidedir; Halide Hanım bu çizgiyi, 1923’ün şartlarında savunan az sayıdaki fikir insanından biri olarak bugün daha iyi anlaşılmayı ve değerlendirilmeyi hak ediyor.


İKİ DÜZELTME NOTU; İKİ ÜSLÛP

Helvetica başlıklı yazımda bazı tabirleri yanlış kullandığım için biri nazik, öteki pek öyle sayılmayacak iki düzeltme notundan bahsedeceğim. Nazik ikaz, Yaşar Üniversitesi Araştırma Görevlisi Umut Altıntaş’tan geldi, zevkle yayınlıyorum:

“Merhabalar Turan Bey. Bu sabah Mike Parker ile ilgili yazınızı bir öğrencim benimle paylaştı. Yalnız okurken bir cümleye takıldım:

‘Üç gün önce 84 yaşında ölen Mike Parker, Neue Haas Grotesk adlı fontunu ele alıp, üzerinde son derece değişiklikler yaparak belki de dünyada en çok tanınan, kullanılan ve tabiatındaki saklı güzelliğinden ötürü fark edilmeyen Helvetica karakterini inşâ eden adamdı bilgisi yanlıştır. Helvetica’yı inşa eden kişi, Eduard Hoffmann’ın talebiyle Max Miedinger’dir. Helvetica filminde Eduard Hoffmann’ın oğlu Alfred Hoffmann bunu açık biçimde dile getirmektedir. Ki zaten tipografi tarihiyle ilgili hangi kaynağa bakarsanız bakın, Helvetica söz konusu olduğunda Max Miedinger ismiyle karşılaşırsınız.

Mike Parker ise Linotype makinesiyle Helvetica’yı metal harfe çeviren ve daha yaygın kullanılmasını sağlayan kişidir.

Zaten az bilinen grafik tasarım tarihiyle ilgili yazılar paylaşılması sevindirici, fakat aynı zamanda öğrencilerin yanlış bilgiyi paylaşması da bir tasarım eğitmeni olarak bizi bir o kadar tedirgin ediyor. Duyarlı yazınızı tekrardan bu hatayı düzelterek yayımlarsanız içimiz daha da rahat edecektir.”


Bu kadar nezaket gösteremeyen diğer düzeltme notu, Twitter üzerinden homurdanmayı tercih eden bir genç kızımızın eseri. Önce, yukarıdaki bilgi yanlışını düzeltiyor, sonra Kaligrafi’yi tipografi yerine kullanmamı haklı olarak eleştiriyor ve başlıyor saydırmaya:

“Bir yazı yazacaksanız, bari araştırın... Ülkemizde tipografi dersi, grafik tasarım bölümünde ders olarak okutuluyor, kaligrafi dersinde değil. ama tabi benim Ahmet Turan Alkan gibi beyaz sakalım yok. Ne diyeyim, ilerde olur inşallah... insan biraz araştırma yapar ya saygısından.” Ve sonunda eleştirisini bir tavsiyeyle noktalıyor: “Siz siyaset yazmaya devam edin ya, tipografiyi falan uzmanına bırakın lütfen, milleti yanlış bilgilendiriyorsunuz.”

*

Müsterih olunuz Dilek Nur Hanımefendi, işte düzeltmeleri yayımladım, böylece milletimiz vahim yanlışlarım yüzünden mahvolmaktan en son anda kurtulmuş bulunuyor!

Ben ise, bu pek de nazik olmayan bilgiçlik gösterinize, size ait bir temenniye “amin” diyerek mukabele edeceğim sadece:

“Benim Ahmet Turan Alkan gibi beyaz sakalım yok. Ne diyeyim, ilerde olur inşallah.”

Âmin!


Kaynak (Arşiv)