Dünyanın ucundaki fener: Türk okulları
Yeni ve güzel adıyla İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi'nin avlusunda daha gün batmadan binlerce kişi toplanmıştı.
Kapılar açıldığı anda İstanbul'un en büyük kapalı alanlarından biri kısa sürede hınca hınç doluverdi. Hayır, içeride pop konseri yoktu. Seyirciler, eşine az rastlanır bir kültür ve dostluk hadisesine şahit olmak için oradaydılar. Onlar için sıra dışı olan şey, daha önce Türkçe bilmeyen çocukların Türkçe şiir ve şarkı okumaları değildi; yarışma faslı işin belki de -çocuklar tarafından dahi- en az önemsenen kısmıydı; ondan daha önemli olan, çok uzaklarda, haritalarda bile yeri zor bulunan ülkelerdeki Türk okullarının ne kadar "sahici" olduğunu bilmek arzusuydu. Halbuki o çocuklar sahici idiler, çok uzaklardan gelmişlerdi, sevgi ve masumiyetle doluydular, Türkçe konuşuyor, şarkı söylüyor ve espri yapabiliyorlardı. Binlerce kişi, sahnede birbirinden pırıltılı ve renkli elbiseleriyle ülkelerinin bayrağını sallayan çocukların şahsında diktikleri fidanların yeşerdiğini gördüler ve bir kere daha anladılar ki, yabancı ülkelerdeki Türk okulları, gündelik hayat ortalamasının dışında, ciddi ve sağlam Türk markası haline gelmiştir.
O gece Türkçe Olimpiyatı'nı izleyenler, dünyanın Türkiye'den ibaret olmadığını, başka ülkeler, başka renkler, başka kültürler de olduğunu fark ettiler; bu dünya yeterince emek verildiğinde barış, bereket ve sevgiyle rahatlıkla aşinamız olabilecek bir dünyaydı ve bu gerçeği fark etmekten herkes hoşnut oldu. Uluslararasılık bu defa bir siyaset tabiri olmaktan çıkıp, açık hava standında ülkesini tanıtmaya çalışan minicik kızların, çocukların şahsında elle tutulur bir şey haline geldi.
Karanlığa küfretmek yerine bir kibrit çakmayı tercih edenler bilmeliler ki halis niyetle dikilen bir fidanın büyümesi haktır ve tabiidir. 4. Türkçe Olimpiyatı, seyredenlere Şeyh Sadi'nin o nefis tespitini bizzat tecrübe etmek imkanı verdi: "Ademoğulları, birbirlerinin uzvu gibidirler."