Dünyanın en pahalı ütopyası

Yahudilerin Filistin ihtirası ne kadar mâkul ve rasyonel? Yarım yüzyılı aşkın bir zamandan beri Yahudilerin Filistin toprakları üstünde müstakil bir devlet kurmak inadı ve kararlılığı, sivil Yahudiler de dahil bölge halkına ne kadar acı çektirdi ve bu uğurda başta ABD olmak üzere Batı dünyası ne kadar risk üstlendi ve fedâkarlığa katlandı? Bu soruların tek kelimeyle "ihtiras"tan başka aklî bir cevabı yoktur. İhtiras; gücünü inançtan ve tarihten, tarih ne kelime, esâtirden alan bir ihtiras. Neredeyse tarih öncesine dayanan ve ne ölçüde gerçek olduğu, "inanç"tan başka hiçbir kriterle ölçülemeyecek olan Filistin'de bir yurt edinme projesi, bütün bölgeyi ateşe sürükledi ve dünya diplomasisinde çok sert kamplaşmalara yol açtı. Dünyanın en pahalı ütopyasının bedelini, bölge ahalisi ile beraber bütün insanlık ödüyor ve ödeyecek. İsrail devleti, ütopik ve inanç menşeli bir muhteris rüyânın ürünü ve bu devlet, tarih boyunca misline pek az rastlanır karakterde teokratik bir yapılanma içinde.

Ortada "verilendirilmiş" bir vâkıâ mevcut: ABD, Irak'a saldıracak! Niçin? Bu suale, İsrail'in bölge güvenliğine katkıda bulunmaktan başka verilebilecek hiçbir cevap yoktur. ABD gibi bir dünya gücünün neredeyse bütün dış politika stratejisini İsrail'in güvenliğini ilk planda tutarak çizmeye kalkışması, "moda tâbirle" inanılır gibi değil. Yirminci yüzyılın akıl çağı olduğunu ileri sürenler feci şekilde yanılıyorlar; romantizm, ütopya ve efsaneler çağındayız ve bütün bölge ahalisi (tesadüfe bakınız; İslâm coğrafyasının tam merkezi), İsrail'in güvenlik endişeleri uğruna kurban edilmeye hazırlanan bir gürûh gibi addedilmekte.

Teokrasi, sadece İsrail'de tatbik edildiğinde "banal" görülmüyor; modernliğin âmentüsü sayılan laiklik, sadece İsrail söz konusu olduğunda "olmasa da olur canım" cinsinden bir toleransla görmezden gelinmekte. İmralı'da hayatının en konforlu ve gamsız günlerini geçiren teröristbaşının yattığı hapishaneye bile tesirini hissettiren "insan hakları savunuculuğu", her nedense İsrail hudutlarının harîmine nüfûz edemiyor. Benî İsrail kıssalarının tarih olduğunu kim söylemiş; biz bu kıssaların şimdiki zamana kadar uzanan en kanlı epizotlarından birinin tam içinde yaşıyoruz. "Verilendirilmiş", daha Türkçesi emr"i vâki haline getirilmiş olguların fevkine çıkmayı deneyelim ve manzaraya bakalım; gerçekten "inanılır gibi değil!"

Türkiye, Benî İsrail kavminin gördüğü esâtiri ve muhteris rüyânın neresinde duruyor? El cevap; coğrafi bakımdan tam kıyısında, siyâseten tam içinde. Yarım asır öncesinin siyâsi elitleri, İsrail'in kurulmasını vaktiyle hâhişkârlıkla karşılamışlardı; şimdikiler de aynı tavrı sürdürüyorlar: İstikrar denilen şey bu galiba. İsrail'in mevcut ve potansiyel bütün düşmanları "yine ne tesâdüf ki" İslâm toplulukları. İsrail kurulalıberi Batı dünyasındaki antisemitizm cereyanı hayli yatıştı; Batılılar, kendi Yahudilerini Filistin gettosuna iskân ve tavattun ederek kibarlaştılar ve ortaçağ dünyasından yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar sürdüregeldikleri köklü Yahudi aleyhtarlığından sıyrılıverdiler. İsrail aleyhtarlığı bugün, inanç ve tarihi geçmiş itibariyle antisemitizm ile hiçbir alâkası olmayan Ortadoğu'nun Müslüman toplumları üzerine silkelendi. Haksızlık mı diyorsunuz? Tarihin mantığında, Benî İsrail kavminin teşkil ettiği muazzam parantez haricinde hak kavramı yoktur; reelpolitik, daha doğrusu çıplak güç gösterisi ve boyun eğdirme vardır.

İşte tam bu ahval içinde Türk parlamentosunun, burnu kanamışçasına hararet ve heyecanla tartıştığı meseleye bakınız: "Apo'yu asalım mı besleyelim mi?" konusu bizim için o kadar önemli ki önümüzdeki seçimlerin en büyük kampanyasını bu boş dekikoduların teşkil edeceği muhakkak; halbuki, "Apo'yu asacağız" edebiyatı üzerinden iktidar ortağı olan partiler herkesten iyi bilmeliler ki, Apo'yu asabilmek, kibar tabirle "anakronik" bir dâvâdır. Geçiniz efendim geçiniz. Bu gibi incir çekirdeği doldurmaz cinsten kaybedilmiş dâvâlar üzerine kampanya kuracaklarına PKK'nın hangi tarihte, hangi bölgede nasıl zuhur ettiğine, aslında kimlerden yardım ve destek aldığına ve hangi sürecin sonunda Türkiye'nin İsrail ile pek samimi ittifak alâkaları peydâ ettiği meselesi üzerinde kafa yormalıydılar.

Irak'ın vurulacağı kesinleştikten sonra birdenbire Milli Güvenlik siyasetimizde önemli değişikliklere gidildiği haberi gündeme düşüverdi. Yunanistan ve Suriye "düşman" kopseptinden çıkarılmış; irtica ve bölücülük ise bir tehdit olarak formunu korumakta imiş. Böyle çok mahrem bilgilerin medya "tower"larına nasıl sızdığını merak etmişimdir hep. Dedikodu mu nedir; düşmansız n'aaparız biz?

....

Bizi modern zamanlarda yaşadığımıza inandıranlar yalan söylüyorlar! Kurûn"ı vusta, cilâlı taş devri, Kısas"ı Enbiyâ'nın geçtiği zamanların iç içe geçtiği kâbus dolu devirler idrak ediyoruz. Hadiselere karşı, idraki uyanık tutmaktan başka müdahale şansımız yok.


Kaynak (Arşiv)