Dönüşüm diye ‘TOKİ’ler çoğalmasın!
“Kentsel dönüşüm”, kötü bir Türkçe ve ne yazık ki dil meselesine aldırış etmeyen bürokrat ve akademisyenler yüzünden bir çirkinlik hâlinde dilimize yapıştı kaldı. Pekâlâ “şehir dönüşümü” de tercih edilebilirdi. Nişanyan’ın etimolojik sözlüğüne göre kent İranî menşelidir, Sogdca’dan geliyor ve 20. yüzyıla kadar küçük yerleşim yeri mânâsına kullanılırken “Devrim” esnasında yanlışlıkla Öztürkçe zannedilip matah bir şeymiş gibi “Şehir”in kanına ekmek doğranmıştı.
Çirkin terkip ama doğru fikir.
Bu projeye niçin ihtiyaç duyulduğunu hatırlamanın zamanıdır: Özellikle büyük şehirlerimiz, sağlıklı yaşama şartları bakımından neredeyse tıkanma noktasına geldi, daha doğrusu elbirliği ile bu “eseri” ortaya biz koyduk. Sanki yüzyıllardan beri açıkta yaşamışız gibi şehirlerde yer kapmak uğruna planlama, imar gibi mevzuatı hiçe sayıp kötü yerleşim örnekleri ortaya koyduk. Deprem, sel gibi tabii afetler olmasa durumdan şikâyet etmeyi hatırlamayacaktık bile. Rant hırsı, siyasi beklentilerle uyuşunca şehirlerde urlaşmış bölgeler oluştu. Proje, yanlıştan dönmek anlamına geliyor kısaca.
Başbakan Erdoğan, geçen hafta katıldığı Yerel Yönetimler ve Aile Sempozyumu’nda, projeye sahip çıktı ve nasıl bir dirençle yüz yüze geldiklerinin işaretlerini verdi: “Milletime sesleniyorum, biz sizleri sokakta bırakmayız ama işimizi kolaylaştırın. Çünkü biz sizin yavrularınızın ayaklarının toprağa, çime değeceği parklar yapabilelim.”
Dürüstlükle ifade etmeliyiz ki, her iki kişiden birinin desteğini hâlâ yanında hissetse bile bir iktidar için dönüşüm projesine sahip çıkmak ve uygulamak yüksek siyasi risk taşıyor. Türk halkı, şehirleşme sürecinin büyük dönemecinden henüz döndü ve yeniden bir yere ait olmanın telâş ve tedirginliği içinde bocalıyor; böyle kritik bir süreçte, şehirde büyük sıkıntılar pahasına direnerek ev kurmuş, iş tutmuş, kendince bir düzen geliştirmiş insanlara, “Devlete güvenin, size sağlıklı bir yerleşik hayat sunacağız” teklifinde bulunup, bir hayli vâde için onları düzenlerinden ayrı yaşamaya razı etmek sevimsiz bir şeydir. İnsanlar bu yüzden projeye tedirgin ve asabi bakıyorlar ve karşılaşacakları en küçük olumsuzlukta homurdanmaya hazır durumdalar. Gayrimenkul mülkiyeti, dünyanın çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de nâmus derecesinde tabu sayılıp, neredeyse kutsanan bir kavramdır. Projenin taşıdığı en büyük risk bu.
Hükümet bu projeyi hasıraltı etmeyi tercih etseydi, birkaç sivil toplum kuruluşu dışında kimse onları göreve davet etmezdi ama sorumluluğu üstlenip ellerini taşın altında koymuşlardır. Kısa vâdede bu projenin hükümete politik hayrı dokunmayacağı âşikâr; ama doğru ve sıkıntılı bir proje bu. Neticede hükümetin, onca sorumluluk ve risk üstlendikten sonra kimseleri memnun edemeyeceğini söylemek de kehânet değildir ve kendimce ben, son gün söyleyeceklerimi şimdiden belirtmek istiyorum: Hükümet, TOKİ projeleri ile çok insanı ev sahibi etti, önemli miktarda kaynak yöneltti ama, yine kendisinin tabiriyle, “Kendi medeniyetimize, kendi tarihimize, kendi mimari anlayışımıza sırt çeviren” bir mesken yerleşimi tarzından da kurtulamadı. Başbakan söz konusu sempozyumda önemli şeyler söyledi, bu sözlerin edebî cümlelerden çok bir senet hükmü taşıdığını elbette bilir: “Elbette o tarihî şehirleri [yeniden] inşa etmek kabil değildir, ancak oradaki anlayışı, felsefeyi, yaklaşımı idame ettirmek, oradaki bakışı, tasavvuru bugüne taşımak en azından bundan sonra şehirleri farklı bir konseptle inşa etmek elbette ki mümkündür. Biz tıpkı kendi tarihimizde, kendi medeniyetimizde olduğu gibi insan merkezli şehirler inşa etmek zorundayız.”
Meselenin en hassas kısmı işte bu: Şehirleri dönüştürürken eski çaresizlik çözümlerini ve sadece ikamete yarayan prefabrike uygulamaları artırmak değil, insan merkezli, içinde medeniyet iddiası barındıran tezleri hayata geçirmek. Hiç beğenmediğim ve eleştirdiğim TOKİ uygulamalarını, daha iyiyi bulmak için yapılmış birer taslak saymaktan başka çaremiz yok fakat bu proje çok önemlidir ve projenin insani ve estetik boyutlarıyla hayata geçirilmesi, belki ülkeye yeni bir demokratik anayasa armağan etmek kadar değerli olacaktır.