Dolmabahçe’nin esrarı
-Abicim, nedir bu Dolmabahçe mutabakatı denilen şey? Kimi vardır diyor, kimi çıkmış ‘Yoktur, onu diyen kafayı yemiştir; olur mu lan öyle şey?’ havasında. Bir de senden dinlesek; sen o toplantıya katılmıştın galiba, doğru mu hatırlıyorum?
-Kim… Ben mi? Aman kardeşim yerin kulağı var, duyan da ‘essah’ zanneder. Kurbanın olayım, külliyen yalan; hepten iftira. Ne sen söylemiş ol, ne de ben duydum!
-İyi de fotoğraflarınız var çarşaf çarşaf! Gugıl’a ‘Dolmabahçe mu…’ yazsan sürüyle sayfa, yüzlerce fotoğraf çıkıyor, İşte bak, en solda Kamu Güvenliği Müsteşarı oturuyor, adı neydi unuttum şimdi. Onun yanındaki AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal… Onun solunda Efkan Ala, daha doğrusu ona çok benziyor, tam emin olamadım. İçişleri Bakanı’ydı değil mi o tarihte? Tamam! Ortada, santrfor mevkiinde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’a çok benzeyen biri var! Tabii bıyıksız hali. Onun da yanında HDP’den Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken. Yalan mı?
-Şimdi yeğenim, canım benim. Yalan değil de yanlış desem bilmem anlatabilmiş olur muyum? Evet, kahretsin, böyle bir fotoğraf dolaşıyor ortalıkta ama yaaanlış!
-Ne yani, nasıl yanlış? O saatlerde Üsküdar İskelesi civarında Rizelilerin bir kahvesi vardır, çayı da sıkıdır ha; onun bahçesinde eski İslâmcı takımıyla beraber simitle çay içip laflıyorduk. Günlerden 28 şubat iyi hatırlıyorum. Hava soğuktu çünkü; hatta 28 Şubat esprileri filan yapıldı sonra dağılıp gittik. Ertesi gün baktım, ortalık yıkılıyor mutabakat diye…
-Siz toplantıda yoktunuz yani?
-Yav olabilir miyiz, mümkün mü? Beyefendi’nin arzusu hilâfına hem de? Şimdi diyeceksin ki o fotoğraf nasıl çekildi? Bunu bilmem. Bugün tıp gelişti, teknik ilerledi. Fotoşopla her şeyi yapıyor ihanet şebekeleri. Meselâ seni bilgisayar ortamında kaşının kılından kulağına kadar modelliyorlar. Ondan sonra Render Farm’a sokup hareket ettiriyor, konuşturuyor, hatta jimnastik bile yaptırıyorlar. Şimdi anladın mı o fotoğrafın esrarını? Montaj yani, montaj ve düblâj.
-Peki, HDP’liler kimlerle toplandı o salonda?
-Bunu kendilerine de sordum. Sırrı Süreyya bey mert adamdır. Dedi ki, ‘Valla biz gittik oturduk oraya. İçeriye müteveffa Walt Disney’in çizdiği çizgi film kahramanlarından dört tip girdi. Biri herkesin tanıdığı Mickey Mouse. Öteki Varyemez Amca, üçüncüsü Varyemezin yeğeni Donald Duck, sonuncusu da Peter Pan’dı yanlış hatırlamıyorsam. Biz şaşırdık tabii. Şaka zannettik. Galiba hükümeti temsil eden arkadaşlar trafiğe takılıp gecikti; bunlar da bizi oyalamak için görevlendirildi diye düşündük. Neşeli bir sohbet oldu, hayli gırgır muhabbet ettik filan; zaman geçtikçe biraz kızdık tabiatıyla bunlar bizimle dalga geçiyor diye. Derken efendim bir fotoğrafçı girdi salona birkaç kare fotoğraf çekti. Sonra da olmayacak bu iş anlaşıldı diye dağılıp evlerimize gittik. Hadise budur’ diyor.
-Yok ya? Peki, açıklamalar yapıldı hani, on maddelik bir şey vardı?
-Vardı ama yok. Bak avcumda ne var? Bir lira. Avcumu kapatıyorum nerde lira? Yok. Aynen böyle… Anlatabildim mi şeker kardeşim?
-I-Ih, anlatamadın abi. Neden dersen, Mickey Mouse”ın Donald Duck’ın İstanbul’da işi ne; bi defa onlar çizgi roman şeysi hayalî karakterler. Hiç inandırıcı değil, kusura bakma!
-Oğlum sen ne kaz kafalı adamsın ya? Bak evladım, bu memlekette bu gibi şeyleri beyefendiden daha iyi mi bileceksin? O ne derse o olur. ‘Yok öyle bir şey’ dedi mi, dedi. Bitti! Ağanın lâfı üstüne lâf olmaz feodalitede. Kapiş?
-Feodalite nedir ağabey?
-Git ulan başımdan; seni adam yerine koyup anlatanda suç zaten!