Dokun geç
Genelkurmay'ın tepki gösterdiği şu meşhur Dışişleri tamiminin tam metnini biliyor musunuz? Ben de bilmiyorum; tartışılıyor ama ne üzerine tartıştığımızın farkında değiliz. Hep böyle olur zaten, günlerce bir kanun teklifi tartışılır, metnini kimse bilmez. Zaman da dahil olmak üzere yazılı basına minik bir fiske!
*
MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın niçin Avrupa gezisine çıktığını biliyor muyuz peki? Onu biliyoruz: Avrupa'daki Türk derneklerinin tek çatı altında toplanması öngörülmüş de ondan. Peki, bu uygulanabilir bir fikir mi? Hayır! Bu fikri ortaya atanların Avrupa'daki Türk topluluklarının nasıl ve hangi hâlet"i rûhiye ile teşkilatlandıklarını bilmedikleri açık. Peki, bu iyi bir fikir mi? Değil, çünkü demokratik değil. Üstelik yıllardır Avrupa'da, Türkiye'ye nisbetle çok daha yüksek haklar ve hürriyetler içinde yaşamaya alışmış Türklere bu fikri kabul ettirmek de zor. Basında yer aldığı şekliyle totaliter bir tasavvur. Nitekim bu projenin hamlığı, Sayın Kılınç'ın düzenlediği tartışmalı toplantılarda ortaya çıktı.
*
Bülent Arınç. Kendini ve düşüncelerini izah ederken seçtiği cümlelere, savunduğu fikirlere hiçbir itirazım yok, lâkin kendisine uzatılan her mikrofona konuşmak alışkanlığı yüzünden hem kendini, hem hükümeti zor duruma düşürüyor bu zaafiyeti tesbit eden basın mensupları Sayın Arınç'ı rahat bırakmıyorlar. Bu gibi hallerde konuşma perhizi çok faydalı sonuçlar verebilir.
*
Halk şöyle düşünüyor: 23 Nisan gecesi yaşanan resepsiyon krizi, bazı medya grupları tarafından çıkarıldı; demek ki bunlar hükümetten esaslı bir "kıyak" bekleyişi içindeler. Masa başında oturup üfürüyor değilim; gerçekten insanlar böyle düşünüyorlar. Gazete ve televizyon haberlerine bakarak bir resepsiyon krizinin varlığı vehmedilebilir ama ahali krizin sahiciliği konusunda ikna olmuşa benzemiyor pek.
Sahi, kimler, nasıl bir "kıyak" bekliyor acaba; yakında kokusu çıkar!
*
Şu resepsiyon krizinden doktora konusu bile olur: Bayramın resmi adı "Ulusal egemenlik ve çocuk bayramı". Davete gelmeyenler ne çocukların hatırını dinlediler, ne de milli hakimiyet prensibini ciddiye aldıklarını göstermiş oldular. Neticede hükümet oradaydı ama "devlet" yoktu.
Bir mânâda çocuklara, "bayram sizin neyinize, dersinizi çalışın bakiim keratalar" tavrı göstermiş olduk.
*
Nouma meselesinin cılkı çıktı artık. Fatih Uraz, Zaman'daki köşesinde çok güzel tesbitlerde bulundu; yönetim, ağır ceza geleceğini anlayınca (Lucescu'ya da danışarak) Nouma'nın ipini çekmeye karar verdi ve aradan iki gün geçmiş olmasına rağmen bu açıklama ile bir anda büyük itibar kazandı lâkin Beşiktaş taraftarı hâlâ Noumacı vaziyetler almakta. Bir internet sitesinin yaptığı ankete göre BJK'lıların % 85 buçuğu, adamın gönderilmesini yanlış buluyorlarmış. İlginç.
Beşiktaş tarihinde bu adam kadar yüksek popülarite kazanmış bir başka oyuncu hatırlıyor musunuz ve muhabbet neyle izah edilir; erbabı bilir deyip geçelim.
*
Allem kallem yine başörtüsü meselesini ısıtıp gündeme soktuk; biz Türkler akıllı milletiz vesselâm; yoktan problem çıkarıyor ve lâzım olduğunda kullanıyoruz. Problem çıkarmakta üstümüze yok, bir de problem çözmeyi öğrensek dünyaya nal toplatırız!
Cumhurbaşkanı "kamu alanlarına başörtüyle girilmez" buyurmuş; âmenna ve saddaknâ! Keşke, "Kerkük bir Kürt şehridir" diyebilen ABD'nin Irak mutemedi Jay Garner'e de aynı kesin ve keskin dille hükmümüzü icrâ edebilseydik. "Arada ne alâka var?" diye sual ederseniz şahsen ben de bir alâka göremiyorum; aklıma öyle geldi sadece.
Saçmalamış olabilir miyim? Pekâlâ mümkün ve muhtemeldir!
*
Bugünlerde CHP'li olmak kolay değil; onlar da zaten kolayı tercih edip, hükümete hitaben, "bu gidişat iyi değil, bakın söylemedi demeyin" kabilinden ikazlarla muhalefet yapmaya çalışıyorlar. Şöyle bir düşündüm de, ben de olsam aynısı yapardım. Siyasetsizlik bütün müesseseleri kötü etkiledi ama en çok hasar gören de CHP oldu.
Ellili yıllardaki CHP'yi yeniden seyrediyor gibiyiz; bari piyasaya renkli kopyasını sürselerdi!
*
Her 24 Nisan'da ABD'deki Ermeni lobisinin ağzına bakıp elimiz ayağımıza dolaşacağı yerde karşı atağa geçsek ve Divan"ı Harb kararıyla haksız yere ipe çektiğimiz vatansever Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in heykelini, Paris'te münasip bir parka dikmek için diplomatik taarruza geçsek daha iyi olmaz mı?
"Sen önce bu heykeli Gülhane parkına diktir de öyle gel" derlerse ne yaparız; onu da hesaplamak lâzım!