Dış politikada 'tarihî kökler'imize mi dönüyoruz?

Tarihle ilgilenmek, bugün ve yarın hakkında düşünmektir. Herkes için geçerli olan bu gerçek, Türkiye açısından çok daha kaçınılmaz bir durum arz ediyor. Zaman zaman algı hatasına kapılıp abartıyor olsak da Türkiye, hâlâ iki farklı blok hâlinde duran iki ayrı dünyanın nâdir kesişim yerlerinden biri; Osmanlı devleti yıkılmadan önce Türkiye İslâm dünyasının fiilî ve meşrû lideriydi. Cumhuriyet’le birlikte bu tarihî rolü reddettik ve laik bir ülke olarak yüzümüzü ve yönümüzü batı istikametine çevirdik. “Yurtta sulh, cihanda sulh” siyâsetimiz, “Biz dış politikada mahallî ve evcil bir role razı olduk; dış dünya da bizim iç işlerimize karışmasın” açıklaması anlamına geliyordu.

AB, BATI’NIN KÜLTÜR MÜZESİ

Batı dünyasında İngiltere, II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya liderliğini ABD’ye kaptırdı. Avrupa Birliği’ni kurma çabalarıyla toparlanmaya çalışan Avrupalı ülkeler, gitgide verimliliğini kaybedip büzülen ekonomileri ve saldırı gücünden mahrum askerî güçleriyle Batı dünyasının kültür müzesi rolüne büründü. İslâm dünyası ise, I. Dünya Savaşı’ndan sonra santrifüj etkisiyle ufalanıp dağıldı. Batılı güçler tarafından Filistin’de kurulmasına müsaade edilen İsrail, bu fiilî parçalanmanın göstergesi olarak 60 yıldan beri bütün dünyada İslam ülkelerinin sevimsiz ve tehlikeli bir imajla tanınması için gayret gösteriyor. 1991 yılında Irak-Kuveyt sınır çatışmalarıyla tetiklenen savaş, 20 yıl sonra bölgede Amerikan askerî varlığının güçlenmesiyle sonuçlandı. ABD’nin Ortadoğu’ya zannedildiği gibi petrol için değil, İsrail’in güvenlik endişelerini yatıştırmak için yerleştiğini herkes biliyor.

İşte ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’in kaleme aldığı 20 Ocak 2010 tarihli “Türkiye’nin yeni dış politikasının altında ne yatıyor?” başlıklı Wikileaks belgesinde, “ABD için en büyük potansiyel stratejik problem, Türklerin Balkanlar’da ve Ortadoğu’daki yeni Osmanlı duruşudur” şeklinde görüş belirtilmesinin anlamını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

TÜRKİYE DIŞ POLİTİKADA EZBER BOZUNCA…

Türkiye, yaklaşık beş seneden beri tam arasında yer aldığı Ortadoğu ve Balkanlar coğrafyasında, şimdiye kadar alışık olmadığımız, ezber bozucu bir aktivite sergileyerek yapıcı, barışçı bir politika izliyor. Dış gözlemciler, tıpkı James Jeffrey gibi bu tutarlı ve istikrarlı politikayı bir anlamda bölgede “Osmanlı duruşu”na dönüş olarak yorumluyorlar. Tam adıyla “Geçmişe dönüş”. Jeffrey’in diplomatik dilden uzak ve çıplak değerlendirmesine göre Türkler, kendi güçleriyle bu nitelikte bir kapsayıcı politika izlemek gücüne sahip değildir: “Başarılarına ve göreceli güçlerine rağmen Türkler, bölge aktörleriyle (yani Balkanlar’da Avrupa Birliği, Kafkaslar’da ve Karadeniz’de Rusya, Ortadoğu’da Mısır, Suudi Arabistan ve hatta İran) gerçekten rekabet edemez. Aksiyona dâhil olmak isteyen Türkler, ezilen ya da baskı gören bir grup bularak, hile yapmak zorundalar.”

GÜVENİLİR VE PROBLEM ÇÖZÜCÜ BİR KOMŞU

Türkiye’nin komşularıyla eskiden gelen bütün klasik çatışma alanlarını ortadan kaldırmak (sıfır problem), buyurgan ve dessas diplomasi yerine işbirliği ve karşılıklı güvene dayalı yeni ilişkiler kurmak yolundaki yaklaşımının ABD’yi rahatsız ettiği açıkça görülüyor. Nitekim Jeffrey, Türk politikasının kendileri için “karışık bir çanta” olduğunu, Türkiye’nin bölgede ABD’den inisiyatif devralmaya kalkıştığını ileri sürüyor. Onun en rahatsız olduğu konu, Türkiye’nin, özellikle “Mavi Marmara” krizinden sonra İsrail ile ilişkilerini yeniden gözden geçirme ihtiyacını hissetmesi ve Ortadoğu’da İsrail şekavetinden bunalan bütün Arap kamuoyunun desteğini kazanmasıdır ki bu noktada Jeffrey’in yanılmadığı açık. On gün kadar önce Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Lübnan ziyareti esnasında -sanki bir yurt gezisinde imiş gibi, binlerce kişinin katıldığı bir açık hava toplantısında alkışlanması, takdir ve tasvib görmesi dikkat çekiciydi. Aynı muhabbetkâr yaklaşımın, bölgedeki Arap devletlerinin yöneticileri tarafından paylaşılmadığını biliyoruz; zira bu devletler genellikle sultanlık, şeyhlik, şeflik sistemi gibi demokratik olmayan usullerle yönetiliyorlar. Buna mukabil Türkiye’nin hem demokratik hem de laik bir yönetim tarzıyla tarihî mirasına sahip çıkarak İslam topluluklarıyla iyi ilişkiler kurmayı başarması, yöneticiler için gizli bir huzursuzluk kaynağı oluyor. Türkiye örneği, antidemokratik Ortadoğu yönetimleri için sıkıntılı bir misâl oluşturuyor.

ELEŞTİRİLERİN TUTARSIZLIĞI

Yeni Türk dış politikasının içerde (Tıpkı Jeffrey’in tedirginliğini hatırlatır tarzda) hoşnutsuzluk ve şüphe ile karşılanması ayrıca mânidardır. Muhalefet çevreleri, yeni dış politikayı bir tarafta ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) sâdık izleyicisi olarak eleştirirken, öbür tarafta Türkiye’nin “eksen kayması”na uğradığını ileri sürüyorlar. Açıktır ki iki yaklaşım birbiriyle çelişiyor ve iddia sahiplerini tutarsızlığa düşürüyor.

Türkiye bölgede olması gerektiği gibi davranıyor ve buna uygun bir rol üstleniyor; bölgeye dair huzursuzluklarda Türkiye’nin arabuluculuk rolü üstlenmesi, “Tarihî misyonumuz”a uygundur. İşbirliğini, karşılıklı güveni, ekonomik ilişkilerin canlanmasını desteklemek herkesin çıkarına hitab eden olumlu politikalardır.

Bütün bunlara rağmen Türkiye, Batı ekseninden ayrılmayı düşünmüyor; AB ortaklığı için samimi ve ciddi adımlar atıyor; Batı dünyası ile olumlu işbirliğini sürdürmekte kararlıdır. Türkiye’de Batı aleyhtarı bir cereyanın kamuoyu desteği bulması beklenmez. Türkiye’nin Batı blokundan ayrılarak İran, Rusya, Çin veya Hindistan gibi aktörlerle yeni blok arayışı içine girmesi fikri, ironik bir şekilde Türkiye’de Batıcı fikirlerin temsilcisi saymamız gereken darbeci ve ulusalcı sözcüler tarafından seslendirilmişti.

TÜRKİYE, ASLINDA YAPMASI GEREKENİ YAPIYOR…

Türkiye yeni bir şey yapmıyor; bir blok değiştirme arayışında da değil; Türkiye, dış politikada artık kemikleşmeye ve kireçlenmeye başlayan “âtıl ve sakîl diplomasi” anlayışından vazgeçiyor, bunun yerine Türkiye’nin çıkarlarını koruyan ve kollayan, problemlerin üstüne cesaretle yürüyen ve Türkiye’yi milletler ailesinin iyiniyetli bir üyesi hâline getiren normalleşme adımları atıyor. Bu siyasetin dışardan “Neo Osmanlı” veya “Tarihî köklere dönüş” neviinden kışkırtıcı sıfatlarla nitelenmesi ilginçtir. Türkiye, yayılmacı, çatışma alanlarını körükleyici, düşmanlık kışkırtıcı davranmıyor. “Siz benimle ilgilenmeyin; ben size zaten karışmam” yaklaşımını terk ediyor.

Türkiye, doğrusu bizim bile alışık olmadığımız şekilde yapıcı, aktif, barışçı ve vatandaşlarını onurlandırıcı şeyler yapıyor dış politikada.

Wikileaks belgeleri açıklandığında ilk ve en kalabalık dosyanın Türkiye’ye dair olması, doğrusu hiç sebepsiz değil. Gelişmeleri bir de bu bakış açısıyla seyretmelisiniz.


Kaynak (Arşiv)