Diren yılkı!
Artık şehir çocuğu olduk. Çoğumuz yılkıyı görmek şöyle dursun, duymamıştır bile. Yılkı, kış bastırınca “yazı”ya bırakılmış başıboş at ve eşeğe verilen isimdir.
Başıboş bırakılma sebebi ise yem mesârifidir kısaca. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir lâfı, sanki yılkılar için söylenmiştir. Bahar gelince, açlıktan ölmemiş, canavar paralamamış hayvanlar ilk bulanın olur, yeniden yüke koşulurlar, tâ ki sonraki kışa kadar.
“Yılkı Atı”, iktisat tarihçisi ağabeyimiz Ahmet Güner Sayar’ın babası Abbas Sayar merhûmun en bilinen, en iyi romanıdır. Hadise Yozgat’ta, Yerköy’e bağlı yol üstündeki Sekili kasabası civarında geçer (Bu arada Abbas Sayar’ın adını bile duymamış Yozgatlı hemşehrilerime buradan küçük bir sitem yolluyorum).
Üssüğünoğlu İbraam, havalar soğuyunca sürüsünden Dorukısrak’ı ayırıp yılkıya bırakmıştır. Akşam evine dönen Dorukısrak, kapıdan kovalanır. Ahırdaki tayı Altay, anasını görmeyince huysuzlanır, üzüntüden yemini kesmez.
Ertesi gün ahırdaki sürü dışarı çıkarılınca Doru, tayını bulur, koklaşır akşama kadar yine beraber gezerler ama dönüşte aynı âkıbet. Çoban, Doru’yu kovalar. Yılkı atı gece yarısı dayanamayıp yeniden sahibi Üssüğünoğlu’nun kapısını çalar. İbraam çılgına döner, Doru’ya sıkı bir dayak atar. Oysaki gençliğinde bütün rakiplerine nal toplatmış görkemli bir kısraktır Doru; İbraam’a da iyi para kazandırmıştır. Ne var ki beş sene sonra çaptan düşünce ilkin arabaya koşulur, ardından da yılkı...
Doru vaziyeti anlar, geceyi ahır civarında sokakta geçirdikten sonra sabah tepelere doğru çıkar, nice zaman sonra bir kişneme duyar; kendisi gibi yılkıya çıkarılan hayvanları görüp aralarına karışır.
Kış sert geçer; azim bir fırtına gecesindeki kurt saldırısında Doru birkaçını telef etse de yılkıdan uzağa düşer, ölmek üzereyken bir köy civarında bir damaltı bulup yere yığılır. Damın sahibi insaf ehlidir, Doru’ya birkaç gün bakar, fırtına yatışınca salıverir.
Havalar ısınınca yılkının keyfi yerine gelir lâkin yılkıcı takımının elinden kurtulmak ne mümkün? İbraam’ın aklına Doru’su düşer, ovaya inip yılkısını bulur, hatta tayını göndererek kemendle yakalamayı hesaplar. Ana-oğul sevişip koklaşırken Doru tuzağı sezer, şahlanarak uzaklaşır, beraberinde tayı Altay’ı da götürür.
Ve bir daha Dorukısrağı göremez Üssüğünoğlu İbraam; anası da tayı da kayıplara karışmışlardır.
Böyleyken böyle işte... Siverek’te yılkıya bırakılan sevimli eşeklerin fotoğrafını görünce yıllar önce okuduğum Yılkı Atı’nı hatırladım. Üssüğünoğlu İbraam’ın yılkıyı yazıya saldığı devirde ne gazeteci takımı bu kadar yurt sathına yayılmıştı, ne de son yılkılıkların halini görünce içi burkulan bir amme vicdânı; netekim Siverek’teki sevimli eşekler en azından bu kışı Kaymakamlığın himmetiyle sıcak bir dam altında geçirebilecekler; seneye şehirli hatunlarımız “Diren Yılkı Cemiyeti” kurup örgütlenmezlerse aynı düzen sürüp gider.
Hayvancılıkla geçinen yerlerde yılkı bir nevi kanun çünkü.
Yazıyı buraya kadar dikkatle okuyup, “Yine ne demeye getiriyor bu adam?” diye işkillenenler için yapabileceğim bir şey yok. Kalbiniz bozuksa her haberden siyasi bir yorum çıkarmanız mümkündür. İki gün önce bir Trakya atasözü duydum, resmen komünistlik gibi bir şey oluyor: “Fakir oynar, davul patlar” diyorlarmış. İmdi bu hikâyede Üssüğünoğlu İbraam kimin temsilidir, Doru nicenin nicesidir, sizin bileceğiniz bir husustur.
Haber sitelerine ikramlık manşetim olsun: “Zaman yazarı edebî metaforlarla hükümete saydırdı” diye yazsınlar. Yorumcu arkadaşlar da, “Bu % 1 nereden çıktı; 10’dan aşağı kabul etmem” diye tiftiklenip dursunlar. Siz Doru’nuzu küstürmeyin yeter azizler!