Diplomat
Mesleği icabı sık sık yurtdışı görevleri üstlenen bir dostumla sohbet ediyorduk; söz diplomatlarımızdan açılınca,
- Benim kalemim seninki kadar işlek değil; sana birkaç duyduğumu nakledeyim de günün birinde yazarsın, dedi.
Hadiseler gerçek hayattan alınmış olup, yer ve şahıs isimlerine güvenmemenizi önemle rica ederim.
*
Bu hikâyenin kahramanı, Suudi Arabistan'daki dış temsilciliklerimizde görevli dinî müşavirlerimizden (ataşe) birisidir. Müşavirimiz (tahminen Cidde ve Riyad'da olması gerekir) vazifesini sürdürmekte iken diz kapağında romatizmal bir rahatsızlık başlayınca doktordan rapor alarak Türkiye'ye gelir.
Henüz rapor süresi bitmeden Suudi Arabistan'daki âmiri (o da "Büyükelçi Filanca" olsun) müşavirimizi telefonla aratır ve "Başbakan Özal buraya geliyor; soracağı ve ziyaret edeceği yerlerde senin yardımına ihtiyacım var. Acele gel" diye ricada bulunur. Müşavirimiz hemen uçağa atlayarak görev yerine döner.
Turgut Özal, Suudi Arabistan'a gelir; karşılanır, resmi ziyaretler yapılır. Bizim müşavirimiz Başbakan'ın heyetindeki araba konvoyunun arka sıralarında yer almaktadır. Derken bir telsiz anonsu duyulur.
- Başbakanımız program dışı bir ziyarette bulunmaya karar verdi. Filan semtteki falanca camiide namaz kılacak. Hep birlikte oraya gidiyoruz.
Yola koyulmadan önce Büyükelçimiz, müşaviri çağırır,
- Hocam, yanımdan ayrılma; senin tecrüben büyük, bana yardımcı ol.
- Hay hay efendim, ne gibi yardım meselâ?
- Yav, ayıptır söylemesi, ben abdest namaz filan, küçükken birkaç kere başıma gelmişti; ama unutmuşum, ne yapsak ki?
- Kolayı var âmirim; ben ne yaparsam taklid ediniz, hallederiz!
Cami avlusundaki şadırvandan abdest alınır; camie girilir. Özal önde, bizimkiler geri safta namaza dururlar. Büyükelçi yan gözle mütamadiyen bizim müşaviri kesmekte ve o ne yaparsa taklid etmektedir.
Küçük ama önemli bir ayrıntı: Müşavirimizin dizindeki rahatsızlık henüz geçmediği için namazda otururken sol bacağını ileriye uzatmak zorunda kalmaktadır!
İlk rekât, iki, üç derken son rekâtın ka'desine (oturma faslı) geçilir, müşavirimiz sağına selam vererek başını çevirir, ne görsün?
Büyükelçi sol bacağını ileriye doğru uzatmış durumdadır!
- Ağlayım mı güleyim mi, diye kararsızlaşan müşavir soluna döndüğünde daha vahim ve eğlenceli bir durumla karşılaşacaktır; çünkü solundaki Elçilik personelinden oluşan beş-altı kişinin hepsi birden sol ayaklarını kıbleye doğru uzatmış vaziyettedirler!
*
Galiba Brüksel olacak.
Şehirde çalışan gurbetçi Türk işçileri, işe gitmeden sabah erken saatlerde buluştukları küçük çay ocağında dertleşmektedirler. Birisi der ki,
- Bu bizim konsolostan şikâyetçiyim arkadaş; ölümüze gelmez, dirimize gelmez; düğün yaparız yok, bayramlarda ortalıkta görünmez; elalemin diplomatlarını da görüyoruz; onlar vatandaşlarıma nasıl hizmet ederim diye dört dönüyor. Bizimki...
İçlerinden biri der ki,
- Adamın arkasından konuşmuş gibi olmayalım; belki bilmiyordur, ben randevu alırım, hep beraber gideriz, böyle böyle böyle deriz...
Karar verilir; randevu alınır; işçilerimiz en temiz elbiselerini giyip Türk temsilciliğine giderler. Konsolos bey işçilerimizi karşılar, dertlerini sorar; onlar da açarlar ağızlarını,
- Ölümüzde yoksun, dirimizde yoksun!..
Konsolos tecrübeli bir adamdır, sükûnetle dinler. "Peki" der; "en kısa zamanda geleceğim, söz!"
Aradan günler haftalar geçer. Bizimkiler meseleyi unutmuşlardır bile. O gün sabah namazını atölyeden bozma küçük mescitte kıldıktan sonra, birer bardak çay içip işlerine dağılmak üzere yine o küçük kahvede bir araya gelmiş çene çalmaktadırlar.
Derken önünde Türk bayrağı ve fors bulunan resmi bir otomobil kahvenin önünde yavaşlar. Bizimkiler merakla cama seğirtirler,
- A Konsolos bey gelmiş, hayırdır yav niye geldi acaba?
- Helâl yahu sözünün eriymiş, adamın arkasından bir sürü günahını da aldık.
Buyurlar, hoşâmediler, temennâlar arasında konsolosumuz kahveye girer. Sıradakilerle el sıkışılır, selam alınıp verilir, çaylar tazelenir,
- Ee nasılsınız çocuklar?..
- İyiyiz efendim, hele siz teşrif ettikten sonra...
- Yaa öyle, ben söz verince gelirim; işte geldim.
İçlerinden birisi cesaretini toplayarak sorar,
- İyi ama efendim bugün bayram değil seyran değil; cenazemiz de yok çok şükür, acaba niçin gelmiştiniz ki?
- Öyle olur mu çocuklar, bugün bayram değil mi; aşk olsun!
- ....?!
- E, ben de bayram namazı kılmaya geldim işte sizlerle!...
- Affedersiniz sayın Konsolosum, bizim hatırladığımıza göre bugün bayram değil ki?
- Olur mu çocuklar, bakın, bugün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı!..
- ...!
- Ee, hangi camiye gidiyoruz, söyleyiniz bakayım!