"Dil Devrimi" niçin yapılmıştı?

Tuğrul Şavkay ismini, Hürriyet'tin pazar ilavesinde kaleme aldığı "yiyecek-içecek" yazılarından tanıyorum. "Gourmet" diye tâbir olunan ve kısaca damak zevkine hitab eden bu ihtisas dalının Türkiye'de okuyucu bulabildiğini o zaman farketmiş ve şaşırmıştım; daha sonraları aynı ilavenin başka bir sayfasında puroyu ana fikir edinen haftalık yazıların kendine köşe bulduğunu görünce, Türkiye'de burjuva kültürünün hatırı sayılır miktarda okuyucu tabanı bulduğunu öğrenmemle şaşkınlığım daha da artmıştı.

Tuğrul Şavkay meğer yemek ve lezzet edebiyatı üzerine formel bir eğitim görmemiş: Evvela Galatasaray Lisesi'ni, ardından Boğaziçi'nin sosyoloji bölümünü bitirdikten sonra Siyaset Bilimi programlarını takib etmiş. Devrimizde çok yönlü (multidisipliner / hezar-ı fenn) insanların ve yazarların sayısı giderek azalıyor ve bu şüphesiz üzülmek gereken bir husustur. Gelenek yayınları arasında neşredilen "Dil Devrimi" isimli kitap, Şavkay'ın doktora tezi ve bir siyaset bilimi çalışması. Kitabı ilk duyduğumda merak etmiştim; kitap şimdi masamın üstünde duruyor ve ünlü lezzet uzmanımızın siyaset biliminde kaydettiği irtifaı görmek imkânına sahibiz.

Yeni bir dil ve toplum yaratmak

Çalışmanın önsözünde yazar, pek az sayıda fikir sahibi tarafından farkedilen bir çelişkiyi işaretleyerek hipotezini kurmaya çalışıyor: "Milliyetçi olanların niçin milli bir dilden yana olmadıklarını anlayamıyordum. Öte yandan kendilerini solcu, ilerici veya düpedüz sosyalist sayanların dildeki milliyetçi tutumlarını anlamakta güçlük çekmekteydim... Ortada bir kavram kargaşası olduğu fikrine kapıldım. O günden bu yana Dil Devrimi meselesi bana hep bir siyasi anahtar olarak göründü".

Giriş kısmında ise çalışma açısından asıl meselenin, Kemalist Dil Devriminin "ulus devlet" inşası yolunda milli bir dil yaratmak ihtiyacından hareket edip etmediği ve bu ihtiyacın ne derece teknik, nereye kadar siyasi nitelik taşıdığı konusu üzerinde duruluyor. Sonuç kısmında bu suale verilen cevap şöyle ifade edilmiştir: "Dil Devrimi, bu çalışmada gösterilmeye çalışılan noktalardan da anlaşılacağı üzere, yeni bir ulus devlet için yeni bir dil 'yaratmak' olduğu kadar, daha önemlisi, bu dil aracılığı ile bazı siyasi gelişmeleri desteklemek amacını da taşımıştır (s.97)". Yazar'ın bu hükmü desteklemek için sunduğu gerekçeler dikkat çekicidir:

-Dil devrimini gerçekleştiren kadro, dil bilimcilerden çok, inançlı bir Kemalist siyasi gruptan müteşekkildir.

-Dil devrimi ile birinci derece ilgilenenlerin tamamı, Atatürk tarafından milletvekilliğine seçilmiş insanlardır. Kurucu heyet içinde milletvekili olmayanlar, zaman içinde Ebedi Şef tarafından Meclis'e alınmışlardır.

-Dil Devrimi, başlangıcından itibaren bizzat Atatürk tarafından dikte ettirilmiş ve yönlendirilmiş esaslardan oluşmaktadır.

-Devrimin yönlendirici kuruluşu Türk Dili Tetkik Cemiyeti, bizzat Atatürk tarafından kurulmuş, ilk başkan ve genel sekreter yine Atatürk tarafından seçilmiştir.

-Cemiyet, kuruluşundan itibaren bütçesini genel kaynaklardan karşılamış ve Atatürk döneminde bağımsız bir bütçesi olmamıştır.

-Devrim çalışmaları CHF ve onun yan kuruluşu mesâbesindeki Halkevleri ile yurt sathına yayılmış ve desteklenmiştir.

-Meselede teknik açıdan ehliyet sahibi sayılması gereken dil bilimciler ise teze "tam ve kusursuz destek" verdikleri ölçüde söz sahibi olmuşlar, tezde tereddüd izhar edenler ise tartışma dışına itilmişlerdir (s. 97-98'den özetledim).

İngilizceye karşı da bir devrim yapmalı mıyız?

"Yeni bir toplum inşa etmek için yeni bir dil yaratmak" iddiasının siyaset bilimi verileriyle tartışılması bu noktada önem kazanıyor zira inkılâp yılları içinde (1933-36) dil inkılâbı pratikte şu sonuçları doğurmuştu: "...dilin sadeleşmesi, ilk zamanlarda -tıpkı terimler alanında olduğu gibi- Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe'den tasfiyesi olarak anlaşılmak gerekir. Dil teorisinin ortaya çıkışından itibaren de dilde daha ılımlı bir tutuma gidildiği bir vakıadır. Yine de Arapça ve Farsça'ya gösterilen tavırdan temel bir sapma görülmez. Sadece uygulama biraz hafifletilir. Buna karşılık Kemalistlerin 'kültür dilleri' adını taktıkları Batı dillerine Türkçe'nin kapıları neredeyse sonuna kadar açılır (s.99)".

Kanaatimce bu tesbit, Türkçe'nin bugünkü zaafiyetini izah eden çok önemli bir noktayı işaretliyor. Dil tartışmaları hâlâ sürüp gidiyor ve dilde inkılâp taraftarları, yapılan inkılâbın başarılı olduğunu ileri sürüyorlar; ne var ki Türkçe'nin Batı dilleri ve münhasıran İngilizce'nin mandası altına girmesi, "devrimin başarısı" ile pek de te'lifi mümkün olmayan bir vâkıadır. "Eğer Türkçe, başka dillerin tasallutundan kurtarılmak için inkılâba mevzu edildiyse, İngilizce'nin hayâsız saldırısına karşı niçin direnememektedir?" sualinin cevabı muâllaktadır.

Hata-sevab cedveli

Yeniden kitaba dönelim; "Dil Devrimi", tez olarak hazırlandığı için, kitap haline getirilirken hayli kısaltılmış gibi bir intiba veriyor; kezâ, evvelâ İngilizce yazıldığı ve daha sonradan Türkçe'ye çevrildiği yolunda izler var; meselâ giriş kısmında bölüm başlıkları İngilizce karşılığı ile zikredilmiş ve tercümesi galiba unutulmuş. Dipnotların sayfa altına konulmak yerine bölüm sonuna depo edilmesi ise artık kesinlikle terkedilmesi gereken bir mizampaj tembelliği. Sonuç kısmında ise neredeyse yarım sayfa tutarında tekrarlar gördüm ki olsa olsa mürettip hatâsıdır. Eğer İngilizce'den Türkçe'ye çevrildi ise çevirenin belirtilmesi gerekirdi zira kitapta, ancak "mütercim aceleciliği" ile izah olunabilecek imlâ hataları ve ittiratsızlıklar farkediliyor. Bu küçük kusurlarına rağmen kitap, dil inkılâbının tarih teziyle bağlarını izah etmesi ve özellikle inkılâbın "siyasi" amaçlarına dikkat çekmesi bakımından yenilikler taşıyor.

Tuğrul Şavkay, Dil Devrimi, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2002, 110 s.) / [email protected]


Kaynak (Arşiv)