Devletin çivisini kağşatmak

“Devletin çivisi” var mıdır, varsa neye teşbih edilir? “Adalet mülkün temeli”yse, devletin çivisinin de adliye olması lazım gelir.

Eğer öyleyse, bence bu çivi yerinden çıkmıştır!

Son bir ay içinde yaşadıklarımız inanılır gibi değil. Adalet hizmetleri toplumla devlet veya kişilerle kişiler arasında bir güven unsuru olmaktan çıkarıldı. Halinden, mevkiinden ve mevziinden memnun olmayanlar artık işaret parmaklarıyla adlî cihazı göstererek hak ihlâline uğradıklarını ileri sürüyorlar.

Ne yazık ki adliye, resmî dairelerde “Yangında ilk kurtarılacak” etiketlerine benzer şekilde, “krizde ilk olarak suçlanacak yer” haline getirildi.

Bu psikoloji, eh, hukukta büyük bir reformdur ama tersinden: Hukuk işlerinin kötü, yanlı ve bozuk yürütüldüğünü imâ edenler, hâlinden memnun olmayanlar nezdinde büyük bir beklenti icat ettiler. Herkes şöyle bir hesap içinde: “Zaten yeniden yargılama çok yakında Meclis gündemine gelip kanunlaşacak; sona ermiş veya devam eden davalar da dahil bütün ihtilâflar, yeni bir hukuk düzeni içinde yeniden görülecek; böylece maruz kaldığımız haksızlık ortaya çıkacak; öyleyse bugünlerde hukuku pek takmayabiliriz!”

Bu beklentiyi kimlerin icat ettiğini belirtmeye lüzum görmüyorum ama tercih edilebilecek en kötü, en zararlı yolun seçildiği açık. “Biz iyiyiz savcılar tezgâhçı, biz mâsumuz polisler kumpasçı; bütün şerler paralel devlet yapılarının eseri” mantığını çokça tekrar ederek kısa vadede bir kanaat bulanıklığı inşâ etmek mümkün lâkin bu sızlanmaların, devleti bizzat işletmek ve kamu işlerini yürütmekle görevli olanlardan gelmesi alışıldık bir durum değil.

“Devletin çivisi çıktı” benzetmesi biraz hafif kalıyor bu akıl almaz bulanıklığı izah için. Hukuka güveni tazelemek için adliye cihazını dağıtıp yeniden yapılandırmak da yetmez artık. Beklenti o kadar büyüktür ve Yargıtay kararı hakkında sarf edilen “Siyasî karar, kumpas, paralel devlet, tükenmiş yanlı yargı, ele geçirilmiş devlet mekanizmaları, emniyet ve yargının aldığı kararlar artık yok hükmünde, siyasî manevra” gibi ağır ithamlar beklentinin ne kadar abartılı olduğunu açıkça gösteriyor.

Bu ağır yükü kim kaldıracak? Gökten bütün müştemilatıyla yani hukuku, hakimleri, savcıları, adlî kolluğu ve Emniyet teşkilatı ile yeni bir kamu cihazı nâzil olsa bile işe yarayacağını sanmam. Birileri, “benden sonra tufan” dercesine günü kurtarmak için nazik bir mekanizmayı kurcaladılar ve bozdular.

Yeri geldi, Alevi kardeşlerimin hoşgörüsüne sığınarak bir fıkra nakletmek istiyorum:

Yoksul bir Alevi, sarp bir yamaçlıktaki avuç içi kadar tarlasının üç avuç hasadını toplayıp kağnıya yüklemiş. Kağnıyı düze indirebilirse oh diyecek lakin yol pek çetin bir uçurumun kenarında. Öyle bir yerden geçiyorlar ki, tekerin biri boşa geliyor, kağnı yan üstü yatıyor, tam uçuruma sürüklenirken köylü, can havliyle tekerleğin altına atıyor kendini. Yük pek ağır ama;

-Yetiş ya Ali, diye feryad ediyor, durum değişmiyor. Kağnı giderek omzunu çökertmektedir.

-Yetiş ya Hasan, yetiş ya Hüseyin çağrıları da kâr etmiyor. Kağnı gıcırdıyor, yük, öküzle birlikte uçuruma doğru terazilemekte...

-Yetiş ya Zeynel Abidin, yetiş ya İmam-ı Bâkır, yetiş ya Askerî… yetişin ey Yediler, Kırklar... diye imdad eden köylü, dayanacak takatı kalmayınca bile itikadını bozmuyor;

-Eğer geldiyseniz kurbanınız olayım bir tarafa kaçıp canınızı kurtarmaya bakın, diyor, “Bende gayrı dayanacak tâkat kalmadı!”


Kaynak (Arşiv)