Devletin aklı bürokratınki kadardır
İyimserlik kötümserlikten iyidir. Kürt meselesinin çözümü için "Kürt Çalıştayı"ndan hayırhah sonuç beklemeye ve bu gibi çalışmaları desteklemeye mahkûm ve mecburuz. Silahlı çözüm denendi, olmadı; bugün varılan noktadan kimse hoşnut değil.
Konuşmak, tartışmak, anlamaya çalışmak ve teemmül etmekten iyisi yok şu an itibarıyla.
Geriye dönük tahlillerin bir noktada faydası inkar edilemez: Türkiye'de devlet istemedikçe herhangi bir pürüzün büyük mesele haline gelebilmesi mümkün değildir. Müdebbir devlet adamlığı devrede olabilseydi aksaklıkları büyük mesele haline getirmemek dirayetini gösterebilirdik. Yapılamamıştır. Medenî zaafımıza dair bir nottur, unutmayalım.
Sebebi açık, Cumhuriyet tarihini, devleti korumak ve yüceltmek adına bir inanç ve ideoloji nesnesi olacak tarzda biçimlendirmişiz. Türkiye'de her fikir erbâbı, Cumhuriyet tarihi üzerindeki tezleriyle birbirinden ayrışıyor. Devletin merkezinde yapılanmış ve köklenmiş muktedir bürokrasinin tarih tezi -ki buna resmi tarih diyoruz-, yakın zamanlara kadar ılımlı eleştiriye bile tahammülsüzdü, hâlâ kısmen öyledir.
Devlet adamlığı diye bir kavram var Türkçede; bu kavram Türk-İslâm tarihinin biriktirdiği bir değerdir; müsbet mânâ taşır. Bir kişiye "devlet adamı" dersek, onu övmüş ve takdir etmiş oluruz. Kürt meselesinin bu raddelere gelmesinin başlıca sebeplerinden biri "devlet adamı" dediğimiz birtakım sıradan kişilerin vasıflarını münakaşa ettirmemek inadıdır.
Bir devletin aklı, bürokratının, devlet adamının aklı kadardır; onu geçemez, ondan da geri kalmaz pek; halbuki kısacık Cumhuriyet tarihinde devlet adamlığından şüphe duyulacak ilk kişinin, -ulemanın ittifakıyla!- Adnan Menderes olması dikkat çekicidir; ondan evveli altın suyuna batırılıp çıkarılmış ve kurumaya bırakılmıştır!
Hatırlar mısınız, vaktiyle bizim bir sağ-sol meselemiz vardı ve biz bu ayrışmanın ülkeyi böleceğini zannediyorduk. Meğer yokmuş. Böylesine derin toplumsal köklere doğru uzandığını sandığımız bir ayrışmanın sabun köpüğü gibi kaybolup gidivermesi çok öğretici olmuştur bizim kuşağımız açısından.
"Kürt meselesinin çözümü" tâbiri, -ki beni çok safdil bulabilirsiniz!- bana mânâsız görünüyor. Biz zaten çözümü yaşıyoruz; çözüm budur, üç aşağı-beş yukarı bugün içinde yaşadığımız şeydir. Yaşadığımız fiilî durumun "demokratik" prensiplerle pekiştirilmesi, hukuka bağlanmasıdır ve bu noktada akl-ı selim sahiplerinin ittifak etmesi beklenir; zira ilk defa "devlet aklı" dediğimiz mevhum birikim, Kürtlerin mâkul talepleri konusunda kararlı ve iyimser davranıyor.
Bu süreci "sürüncemeye" hatta süründürmeye sevk edecek yegâne yaklaşım, bazı radikal Kürt sözcülerinin, "Dem bu demdir; yetmez, ne verseniz az gelir, bizim alacağımız ödenmekle tükenmez" yollu aksilikleri olabilir, açıkçası bundan endişe ediyorum.
Bazı yorumcular, Kürt açılımını engelleyebilecek güçleri sayarken CHP ile MHP'yi ilk sıraya koyuyorlar; aksi fikirdeyim; bu süreci engelleyebilecek veya başarıya ulaştıracak en önemli siyasi parti bana göre DTP'dir ve gözümüz onların üzerinde olacak.
Kürt meselesi muazzam bir siyasi endüstri; Kürt meselesini çözmek, bu ortamda musluk suyuyla motor çalıştırmak gibi bir şey olacak Türkiye için. Petrol türeviyle işleyen motorlu araç endüstrisinden nemâlananlara hep birlikte dikkat kesilelim.