"Devlet tekniği"nin acemisi miyiz?
Prof. Dr. Mahir Kaynak'ın dünkü yazısı, fikri analiz ihtiyacında olanlar için esasen bilinen ama anlamı buharlaşmış noktalar taşıyordu.
"Esasen bilinen" kaydını düşmekteki maksadım "eh zaten bildiğimiz şeyler" manasında bir küçümseme vurgusu değildir; gök kubbe altındaki her şey, "esasen bilinen" şeylerin tekrarından ibaret, siyasi analiz yapanlar, neticede gökten paratonerle yeni fikirler indirerek yeryüzüne dağıtmıyorlar; onlar, bilenen şeyleri farklı bir sıralama ile yeniden değerlendiriyorlar.
Mahir Kaynak diyor ki, "Bir ülkedeki güç odakları eğer 'Ülkeyi benim değil dışımdaki şu kişi ya da grubun yönetmesi daha doğru olur' diyebiliyor ve tercihini bu yönde kullanıyorsa bir devlet fikri oluşmuş demektir (...) Devlet adamlığı bunlardan farklı bir kategoridir ve insanlar ameliyat olmak için nasıl doktora gidiyorsa ülkeyi yönetmek için devlet adamı bulmak zorundadır. Bunun yolu 'benden başka kim iyi yönetir?' sorusunu sorup bunun cevabı olan kişiye rol vermektir."
Bu tahlil, doğrudan "devlet tekniği" denilen şeyin kalbine dair tesbitler ihtiva ediyor; evet yeni değil ama yeni, çünkü bildik bir meseleye farklı bir bakış açısı getiriyor. Vaktiyle Türklerde "devlet-i ebed müddet" fikrinin varlığını ve önemini vurgulayan ağabeylerimizin (!), bu ilginç bakış açısını pek dile getirdiklerini hatırlamıyorum. Onların devlet tekniğinden anladıkları "en iyi bunlar değil, biz yönetiriz"den ibaretti. "Bizimkiler"in devlet tekniği hakkında ne derece mütebahhire kesbettiklerini çok sonraları görünce gözlerimiz yerinden uğradı ve neticede o güzel teori, bir sürü çapaçul gerçek karşında dağılıp gitti!
Sayın Kaynak, nezaketi icabı başka yerden örnek gösteriyor, "İngiltere, sahip olduğu şeylerin çok ötesindeki etkisini, yönetme becerisinden almaktadır." Yönetme becerisi kavramının altını kalın kalemlerle iyice çizelim. Bizde ahalinin birbirine şaka yollu taktığı "İngiliz" sıfatı, tam da bu nükteye işaret eder; o, her durumda süreci kontrol edebilecek bir pozisyonda bulunur. Krizle karşılaştığı zaman altında ezilmez; yönetemiyorsa, bu işi daha iyi yapabilecek olana pozisyonunu devreder; çünkü kriz, krizin kendisi değil, yönetemeyecek duruma gelmektir.
Biz ise -maşallah-, iyi kötü işleyen bir yönetim cihazını sakatlamayı rejim müdafaası zannetmekteyiz.
80 küsur senedir devleti sahiplenen ve yönettiğini zanneden bürokratik iktidarın haline bakınız; bir asra yakın zamanda kendi halkını "tehdit" konseptinden çıkarmayı başaramamıştır; iç tehdit de kendi halkından kaynaklanmaktadır, dış tehdit de. Birinin adı irticâ, öteki bölücülük. Anladık halkın kabahati büyük, anladık bu ahalinin başından sopayı eksik etmemek lazımdır, anladık bunlara devletin en kıytırık mevkileri bile emanet edilemez. Hepsini anladık, toplum suçlu! Peki "yönetici akıl" (hikmet-i hükümet) sahibi olması gereken o tırnak içindeki "devlet"in hiç taksiri yok mu? Hayır; o daima gayrı mes'ul, daima mâsum, daima "lâ yü'selü ammâ yef'âl". Hâşâ huzurdan bu tâbir, yani, "yaptığından ötürü sorgulanamaz" olan, dinî literatürde ancak Allah'a mahsus olan bir keyfiyeti remzeder!
Bir öğretmen düşünün; seksen senedir bir sınıf dolusu öğrenciyi adam etmek, terbiye vermek için uğraşıyor; başarısızlığını ikide bir sınıfı sıra dayağına çekip ondan sonra velilere "iki yüzden başarısız oluyoruz; öğrencilerimiz hem gerici, hem bölücü" diye nutuk çekiyor ve sonra yine öğretmenliğe devam ediyor. Kimsenin aklına, "yahu sen nasıl öğretmensin ki, seksen senede bir karış mesafe kaydedemedin" diye sormak gelmiyor. Bu vahim durum, sadece yönetici sınıfın değil, yönetilenlerin de "devlet tekniği" konusunda pek fazla fikir sahibi olmadığını işaretlemektedir.
Prof. Kaynak bu fikri zarifâne imâ ediyor; bizzat yönetemiyorsan, yönetecek olanı istihdam etmek de yönetmektir; hatta asıl yönetim sanatı budur.
Biz demokrasi kültürünün eksikliğinden yakınıyorduk; meğer asıl nedret devlet tekniği denilen ve bizde pek mebzul olduğunu zannettiğimiz hünerde imiş; iyi mi?