'Devlet-millet barışı' açılımı için hükümet risk üstlenmelidir
Adı birkaç defa değiştirilmesine rağmen, demokratik açılımın adı maalesef ‘Kürt açılımı’ olarak kaldı. ‘Açılım’ kavramı ise mizah unsuru hâline getirilmek üzere; sonuna ‘açılım’ kelimesi eklenen tamlamalarla espriler yapılıyor.
Adı ne olursa olsun, başından beri bu hamleyi, Türkiye’de devletle toplum ilişkilerini yeni baştan ele alıp düzenlemek isteyen bir iradenin eseri olarak gördüm ve değerlendirdim; bu manzumenin içinde elbette birer vatandaş ve toplum unsuru olarak Kürtlerin devletle ilişkisi konusunda düzeltilmesi gereken önemli noktalar vardı. Devletin vaktiyle aynı hoyrat ve nobranlıkla silkeleyip savurduğu iki insan tipi düşününüz: Dünün Türkiye’sinde Kürt de Türk de “Bu bir nobranlık, bu bir zulümdür ki devlet bize bunu reva gördü” diyebiliyordu. Aradan geçen zaman içinde hislenişin temeli aynı kalsa da konulan teşhis farklılaştı: “Ben bir Kürdüm ve devlet bu zulmü bana sadece Kürt olduğum için reva görüyor” algısı şimdi daha yaygındır ve bu kanaatin mutlaka düzeltilmesi gerekiyor.
Artık sebep arama noktasında değiliz; Hak, elbette en yüce değer fakat Türkiye’nin gündemine giren açılım fırsatını elbirliği ile avantaja dönüştürmeyi başarmalıyız. Açılım, devletin toplumla ilişkisini ve nispetini yeniden tanzim etme meselesidir, daha doğrusu toplumun, yani milletin, devletini yeniden tarif etme meselesi.
Devletler kendi kendilerini tarif edemezler; bu tarifi toplumlar yapar fakat Türkiye’de devlet, bir avuç bürokrat seçkini aracılığıyla, kendini bir mânâda ‘devlet benim’ makamında gören oligarşik zümresi aracılığı ile kendi kendini tarif etti. Cumhuriyet’in üç anayasası, işte bu niyetin açık belgeleri olarak okunmalıdır.
Anayasalarımızda görülen hâkim edâ şu: Önce devlet vardır; bu devletin tebâsı durumundaki insanlar sonraki unsurdur. Devlet, tebâ hukukundaki insanların hukukunu belirler, onlara istikamet ve davranış kalıbı tâlim ve dikte eder.
Bu tarif biçiminin mânâsı kabaca, “Beğenmiyorsan kapı orada; çeker gidersin” edâsıdır. Yıllardan beri toplumun Müslüman, Laik, Türk, Çerkez, Arap, Kürt vesaire bütün renkleri bu tarif üslûbu üzerinden varlık kazandılar ve öylece var oldukları kabul edildi. Bugün değişmesi gereken durum işte budur: Toplum, devletini tarif etmeli, edebilmelidir. Artık millet ve toplum öncelikli bir devleti tasarlayıp inşa etmemiz gerekiyor.
HÜKÜMETE DÜŞEN GÖREV
Hükümete tam işte bu noktada büyük görev ve sorumluluk düşüyor. Bilindiği gibi AK Parti hükümeti anayasayı değiştirmek üzere bundan iki yıl önce harekete geçmiş fakat, değişiklik öncesi hazırlıkları lâyıkıyla yerine getirmediği için yeni anayasa ilerdeki bir tarihe ertelenmek zorunda kalmıştı; değişiklik zarureti artık bir daha ertelenemez noktaya geldi dayandı.
Hükümet açılım meselesini bu defa daha geniş kapsamlı olarak ele almalıdır. Bugüne kadar sadece sözü edilen fakat yetkili ağızlar tarafından muhteviyatına dair sarih bir vaatte bulunulmayan açılım edebiyatının içi artık doldurulmalıdır.
Yeni bir anayasa lâzım bize; sırf bir yenilik, bir değişiklik olsun diye değil, toplumu hürleştirmek, devleti topluma nazaran tarif etmek için demokratik bir ilhamı aksettiren bir anayasa.
Hükümet 2007 seçimlerinde halktan büyük bir kredi ve güven kazandı; bu kredi sadece gündelik yürütülmesi gereken işlerin çevrilmesi, Türkiye’nin yatırımlarına devam etmesi, kalkınmanın sürdürülmesi için tazelenmiş bir güven değildi. Daha önce başka partilere oy vermiş insanlar, 2007 seçimlerinde AK Parti hükümetini bu defa, 27 Nisan krizinde dik durduğu için, milletin hukukuna, Meclise, milli iradeye sahip çıktığı için destelemek ihtiyacı hissetmişlerdi. Millet, ‘galiba beklediğimiz esaslı değişikliği bunlar yapacaklar’ beklentisiyle omuzladı hükümeti. Aynı destek, mahalli seçimlerde biraz azalsa da varlığını devam ettirdi. Müteakip seçimlerde aynı desteğin sürüp sürmeyeceğini, işte şimdi ‘Açılım’ politikaları gösterecek.
Kabul etmeliyiz ki hükümet, bu süre zarfında herhangi bir hükümetin karşılaşabileceğinden daha ağır, daha sıradışı problemleri göğüslemek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanlığı seçimi esnasında yaşanan o büyük siyasi kriz bunların başında geliyor; ardından Ergenekon soruşturması ve davası sıradışı bir gelişmeydi. Daha sonra ABD’nin Kuzey Irak’tan çekilmesi ile gündeme gelen PKK’nın tasfiyesi hadisesi, yine olağanüstü bir hadise olarak iç siyasetimizde mühim dalgalanmalar meydana getirdi. Bugünlerde ise kamuoyunda ‘ıslak imza’ veya “AK Parti ile Gülen’i bitirme hareketi” diye adlandırılan yeni bir krizin sarsıntılarını yaşıyoruz.
Geçen haftaya hâkim olan hava, Genelkurmay Başkanı’nın o günlerde, ‘basit bir kağıt parçası’ diye niteleyerek varlığını reddettiği bu hukuk dışı plan için büyük sorumluluk altına girdiği yönünde birleşiyor. Siz bu satırları okurken, kriz, bugünden kestirilmeyen yeni boyutlara ulaşmış olabilir fakat temel ihtiyaç değişmiyor; bu ihtiyaç, anayasa değişikliği gibi büyük çapta bir değişikliğe gerek kalmadan sadece kanuni düzenleme ile Türk Silahlı Kuvvetlerini, siyasete müdahaleye bir mânâda mecbur eden meşhur 35. maddenin kaldırılmasıdır.
YİNE 35. MADDE VE ASKERÎ VESÂYET AYIBI
35\. Madde, yani TSK, İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi sembolik öneminin çok üzerinde bir mânâ taşıyor; bu madde Türkiye’de fiilen ve hâlâ yaşamakta olduğumuz askerî vesâyet rejiminin en sivri unsurlarından birini teşkil ediyor. Bu madde değiştirildiğinde asker-siyaset ilişkilerine sihirli bir değnek dokunmuş olmayacaktır fakat çok kritik ve önemli bir psikolojik eşik geride bırakılacaktır.
Açılım’ın içine, Türk demokrasisini askerî vesâyetten kurtaracak bütün kanuni tedbir ve yenilikler behemehâl ilave olunmalıdır ve hükümet artık Meclis’in huzuruna çıkarak, açılımın sadece PKK militanlarını affetmekten ibaret olmadığını, toplumla devlet arasındaki hukukun yeniden tarifi anlamına geldiğini gösterir dolgun ve esaslı bir paket açıklamalıdır.
Siyasi muhalefetin bu sürece olumlu katkı yapması temenni edilir fakat, hükümetin karşılaştığı problemlerin zorluk katsayısı yükseldikçe siyasi muhalefet, en iyi çarenin sertliği artırmak olduğunu düşünüyor; belki bu strateji, hükümetin –henüz mahiyetini tam olarak bilmediğimiz ama tahmin ettiğimiz- açılım politikasında başarılı olması hâlinde muhalefetin büyük bir varlık bunalımı içine düşeceğini öngörüyor olmalarıyla yakından ilgilidir.
Bağlayalım ve özetleyelim: Hükümet, bir hükümet programının içine sığması mümkün olmayan çok daha geniş çaplı bir devlet-millet barışını paket hâline getirirse, ülkemize karşı tarihî bir hizmet yerine getirmiş olur ve Kürt açılımının muhtemel sarsıntılarını yumuşatabilir. Aksi takdirde dar kapsamda bırakılmış bir açılımın meydana getireceği anaforun, ilk seçimlerde hükümete hazmı çok güç bir reçete çıkarması kaçınılmaz gibidir.