"Derin devlet"e iyi davranmalıyız!
Dibi ölçülemez derecede muğlak ve bulanık tehlikeli suları çağrıştıran bir kavram. Yüzyıllardır devlet kavramına mübarek bir mana yükleyerek bu mefhumu ırz, ismet ve iffet gibi şahsi esenlik unsurlarının bütünleyicisi ve garantörü olarak değerlendiren amme vicdanı şimdi "derin devlet" lafzını espri niyetine harcıalem işler için bile kullanmaya başladı. Devletin en büyük işveren, en büyük üretici, en büyük toprak ve servet sahibi sıfatıyla asırlarca adaletten emniyete, eğitimden, sosyal hizmetlere, eğlenceden lotaryaya, spordan sanata kadar neredeyse her faaliyete düzenleyici, sponsor veya hakem rolüyle müdahil olmasının telkin ettiği o etkileyici kuvvet gösterisinden sonra hemen global rüzgarlara itaat ederek makul bir küçüklüğe kadar büzülmesini beklemek haksızlık olur. En azından bir süre için emekliye ayrılmış posta dağıtıcılarının yıllardan beri sokaklarını arşınladığı mahalleyi iki de bir ziyaret etmesi gibi, devletin de hacmini ve derinliğini korumak için vargücüyle direnmesini makul karşılamak lazım.
Derin devlet tabirinin kapladığı o muazzam alan, bana Ortaçağ Avrupası'nda Katolik Kilisesi'nin ifa ettiği görevi hatırlatıyor: En büyük toprak ve servet sahibi olarak eğitim hizmeti veren, entelektüel cereyanları ve sanat hayatını kontrol altında tutan, ufalanmış krallıklara taç giydirip meşruiyet dağıtan, beynelmilel çapta ordular teşkil eden, mahkemeler kuran, vergi toplayan kilise bununla yetinmeyerek doğum kayıtlarını tutmak, yeni doğanları vaftiz ederek kiliseye dahil etmek, ölüleri defnetmek, evlilikleri kutsamak ve kilise kanunlarına itaat etmeyenleri toplum dışına itmek gibi şahsın hukukunu doğrudan ilgilendiren geniş yetki ve görev sahası içinde Avrupalı kitleler üzerinde muazzam bir temas ve tesir kudretine sahip oldu. Siyasi istikrarsızlığın ve göçebe kavimlerin sistematik saldırılarla zayıflattığı Avrupa coğrafyasında kilise, önceleri asırlarca tedirgin, ümitsiz ve fukara kitlelere hamilik yaptı; iman, cesaret ve ümit telkin etti. İnsanları yönlendirdi, eğitti ve onların ma'şeri hafızalarını korudu. Böylece Avrupa'da gündelik hayat kaçınılmaz bir tarzda kilise ekseni etrafında cereyan ederek serpildi. Avrupa bu devrin kilisesine ödenemez bir minnet hissiyle medyun-ı şükran olsa gerektir: Ne var ki giderek siyasi istikrara kavuşan, zihni bakımdan gelişen, üretimini artıran ve kendinde yeniden bağımsız yaşama neş'esi hisseden Avrupa, muazzam ve an'anevi kilise hiyerarşisinin aynı "ihtimamla" kendisini yönetmeye kalkıştığını hissedince giderek yükselen bir isyana kapıldı. Askerlik çağına gelmiş bir delikanlının ebeveyni tarafından hala mama ile beslenmesine benzeyen bir tuhaflıktı bu. Avrupa bu kiliseden sıkıldı ve nefret etti. Rönesans ve reform hareketleriyle kilisenin çemberlerini gevşeten Batı dünyası, hürriyetçi fikirlerin yaygınlaşması, güçlü siyasi birlikler kurulması ve entelektüel birikiminin kabını zorlamaya başlaması ile kiliseyi öfkeyle iteleyerek onu süslü mabedlerine kadar geriletti. Laiklik, işte böyle bir kabus devrinden sonra Avrupa ülkelerinin ihtiyaç hissettiği bir yönetim tekniği olarak tatbikat sahası buldu.
Tabir yerinde ise Türkiye'de kamu-halk münasebetlerinde reform kıpırtılarının hissedildiği bir dönemin tam içindeyiz. Devletin hantal, pahalı ve gereğinden fazla hacimli tesir alanını küçültmesi için çok ciddi ikaz ve itirazlar duyulmaya başladı. Buna paralel olarak Türkiye'de sivil inisiyatif şuurunun kaçınılmaz tarzda devlet aleyhine büyümeye başladığı görülüyor. İnsanlar haklı olarak daha az yönetilmek istiyor. Devletin üretmekte ısrar ettiği nice mal ve hizmetin özel kuruluşlar tarafından daha hesaplı ve kaliteli üretilebildiği aşikar. Bütün göstergeler derin devlet kavramının hızla muhteva kaybına uğradığını gösteriyor. Ne var ki bugünden yarına devletin kendini bakım ve onarıma alarak an'anevi rolünü terk etmesini, şeffaf ve teknik bir yönetim tarzını benimsemesini bekleyemeyiz. Direnecektir ve esasen direniyor da. Şu günlerde "derin devlet" esprisinin kalabalık yerlerde bile nice kahkahaya yol açması, devlet bünyesinin kendiliğinden asgari hudutlara çekileceğini göstermez, lakin çok mühim bir işarettir.
Hemen belirtmeli ki, derin devletin alternatifi "sığ" veya halk tabiriyle "yufka devlet" değil, adalet, emniyet, dış güvenlik gibi asli faaliyetlerde çok etkili, teknik ve saydam bir hukuk devletidir. Bugünlerde devletin derinliklerine gizlenerek karnından konuşan etkili ve "isminin açıklanmasını istemeyen" yetkili çevrelerin giderek daha hoyrat bir üslup kullanmalarını tabii karşılamak gerekir; Türkiye'de "devlet" anlayışı daha az hacimli ve daha teknik bir devlete doğru kabuk değiştiriyor.
Derin devlete iyi davranmalıyız bence; siz deyin üç, ben deyim beş vakte kadar!..