Deprem çadırında "millet-devlet" düşünceleri

Büyük felaketler, küçük ve arizi ayrıntıları önemsiz hale getirerek en manalı müştereğimizi bize tekrar hatırlatıyor: İnsan olmak. İnsanlık değerlerini ikinci plana iterek bir "millet" olabilmemiz mümkün değil. Böyle zamanlarda hemen "biz" sigasıyla konuşmaya başlıyoruz ve iyi ediyoruz. Enkaz altında hala çıkarılmayı bekleyen ölü ve yaralılar bizim kayıplarımız, yıkılan binalar bizim, bizim yüreğimiz yanıyor ve bu felaket bizim başımıza geldi. Şimdi sağcı, solcu, Müslüman, laik, sivil, asker, bürokrat vesaire değiliz: Milletiz. Bu şuura sıradan günlerde sahip olmak bizi hakikaten millet yapar; sair zamanda bu gibi tefrik unsurlarını gereğinden fazla önemsiyor, hatta insan olmanın önüne koyuyoruz; bu, hakikati incitici bir tavır ve tavırdan tevbe etmek gerekir. Bir topluluk ancak "deprem çadırı"nın ıslak tentesi altında millet olmak şuurunu idrak edebiliyorsa önümüzde daha alınacak çok mesafe var demektir.

Bir de devlet var: "Yurttaşlık Bilgisi" kitapları devleti, milletin teşkilatlanmış şekli diye tarif ediyor; ne güzel temenni, ne hayırhah dua! Manidar bir süreden beri devlet, millete rağmen ve milletin dışında teşkilatlanmış bir kurum gibi sunuyor kendini; millet-devlet beraberliğini hiçe sayan, millete muallimlik etmeyi marifet bilen, millete "medenilik" namı altında muaşeret öğretmeğe kalkışan oligarşik bir kurum ve bu kurum geçirdiğimiz o müthiş felaketin ilk üç gününde, efsanevi güç ve şöhretine hiç yaraşmayacak şekilde işe "va'z-ı yed" edemedi. Son günlerde resmi ağızlardan sıkça tekrarlanan "devlet duruma hakimdir" sözü boşuna söylenmiyor; çünkü devleti sanıldığından büyük ve müheykel gösteren aynanın arka yüzü göründü. "Devlet duruma hakimdir" sözü, aslında bir ihmal ve suçluluk telaşesini aksettiriyor. Devletin resmi yayın organlarında günde defalarca tekrarlanan "devlet düşmanları" edebiyatı da bu telaşenin eseri.

Daha bundan birkaç gün önce Devlet Başkanımız, devlette ıslahatı öngören bir çalışmayı kuvveden fiile geçirebilmek için hazırlıklar içindeydi. Devletin düşmanları olabilir; ama devletin ıslahını talep edenleri de devlet düşmanı saymak en azından ucuz bir yaklaşım olur; devletimiz esaslı ve kapsamlı bir ıslahata muhtaç ve ıslahatın ilk adımı devletle millet arasında akdedildiği kabul edilen siyasi mukavelenin yeniden kaleme alınmasıdır; bu mukavelenin tanzimini yeni bir afet ertesine bırakmak akıl işi sayılmaz.

Richter ölçeğine göre 7,4 şiddetinde ve 45 saniye süresince Marmara Bölge'mizi sarsan deprem, efsanevi devlet kavrayışımızın sırlarını döktü; sır tabakasının arkasında ne olduğunu depremden önce de söyleyen iz'an sahipleri vardı; ama sade vatandaş bu gerçeği ancak şimdi fark edebiliyor. Eğer depremin sonuçları doğru okunursa bu manzara hayra tebdil edileblir. Devlet, aslında çok ağır ve dayanılmaz sonuçlar doğuran bu bilançoyu doğru okumalı, doğru dersler çıkarmalı ve her şeyden önce devletin "millet" ölçeğine göre düzenlenmiş bir yapı olduğunu hatırlamalıdır. Bir mesken nasıl insan ölçeğine göre tasarlanıyorsa, devlet de millet ölçeğine göre tasarlanır ve milletin ergonomik ihtiyaçlarına göre biçimlenir. Bu lazımeleri görmezden gelmek mümkün; şimdiye kadar izlenen yol zaten bu idi; ama bu yolda hayır bulunmadığı artık anlaşılmalı ve devlet kendini reforma tabi tutmalıdır.

Bırakınız muhalefeti, iktidara bile hoşgörüyle bakmayan bu devlet cihazı "yaraları sararız" vaadinin hemen arkasından "imdadiye" niyetine "deprem salması" çıkarıyor. Elbette vatandaşın yarası yine vatandaşın vergisiyle sarılacak, bu gayet tabii; ama bu esnada birileri, devletin vatandaşın vergisiyle vatandaşa hizmet götüren bir kurum olduğunu da hatırlamalı.

Deprem müthişti; ama iz'an sahipleri teslim edecektir ki biz bu depremi yine (ucuz değil) hafif atlattık; "nasıl olsa unutulur, her şey eskiye döner" hesabında olanlar bu nükteyi unutmamalılar.


Kaynak (Arşiv)