Delikanlılar ölmez!
İskender Iğdır... Gerektiğinde sağa-sola bakmadan, fark edilmek endişesiyle öksürük akordu yapmaya tenezzül etmeksizin elini taşın altına sokmaktan çekinmeyen bir delikanlı, bir "adam!" Onu sağlığında değil de, trajik ölümünden sonra fark etmekten ötürü üzgün değilim; aslında gerçek kahramanlar bilinmeyen ve bilinmek istemeyenlerdir. İmaj ve şöhret budalalığının insanları zıvanadan çıkardığı şu kirli medya sahnesinin mutfağında kalmayı ihtiyar etmiş olması bir erdem; felaket haberinin duyulduğu ilk andan beri binlerce, milyonlarca yüreğin saatler boyunca Ağrı Dağı'nın Cehennem Deresi uçurumunda asılı kalmasında İskender Iğdır'ın "o iyi çocuklar"dan biri olmasının payı büyük; iyi ve tanımadığımız çocuklar!
Bu çocukları sevmiştik ve hala seviyoruz; çünkü onlar bir anlamda bu milletin "Asım'ın nesli" gibi beklediği bir kuşaktır: Alçakgönüllü, fedakar, gayretli, eğitimli, becerikli ve kendi halkından "bedel istemeyen" gençler. Hafta içinde Kangal'ın Alacahan beldesinde bir kahvede mahsur kalan genç bir doktorun televizyon ekranlarına akseden ağlamaklı sesini hatırlıyorum; otobüste bir grup "eğitimli" insanın ve halktan kişilerin de olduğunu satır arasında vurguladıktan sonra kaderine, devlete ve karayollarına adeta isyan ediyordu: Yolda kalmaktan kurtulmuşlar; ama Alacahan'dan kurtulamamışlar; genç doktor "bedel" istiyor, sıradan bir insan olmadığını vurguluyordu. O anda Türkiye'nin karlara gömülmüş yüzlerce kilometre uzunluğundaki karayollarında mahsur kalan yüzlerce yolcuyu aklına bile getirmeden, daha önemlisi yıllardan beri Alacahan'da yaşayan ve o esnada aynı beldede aynı mahrumiyeti paylaşan Alacahanlıları incitebileceğini hesap etmeden halinden yakınıyor ve herhalde kendisi gibi "seçkin" insanların, daha "seçkin" muameleye tabi tutulmasını bekliyordu.
Halbuki İskender Iğdır ve arkadaşları, Türkiye'nin batısı o amansız vuruşla beşik gibi sallandığı andan itibaren -aslında her biri gerçek birer "seçkin" oldukları halde- sızlanmadan, davet beklemeden, mızıkçılık yapmadan ve kimseden takdir beklemeden sessizce deprem bölgesinde buluşmuşlar ve ellerini, bedenlerini ve yüreklerini taşın altına sokmuşlardı. Onlar "kurtarılmak" için sızlanan takımından değil, sızlanmadan "kurtaran" takımından çocuklardı ve tam da işte bu ahenk noktasında durabildikleri için gönüllerimize taht kurdular.
Modern zamanlar, an'anevi kültürün "delikanlılık" değerlerini de cıvıklaştırdı; "delikanlılığın kitabı"nı bugünlerde medyanın binbir zahmetle büyüttüğü şişme delikanlılar yazıyor şimdi!.. Gençliğin önüne örnek diye konulan "popüler" tipleri şöyle bir hatırlayınız: Marjinal tabiatın tehlikeli kıyılarında yalpa vuran, yılışık, mehabetsiz, farfara ve şöhret uğruna olmadık rezilliklerin nesnesi olmaya dünden razı birtakım "mostralık" tipler; halbuki o bildiğimiz an'anevi "delikanlı" nümunesine "hüsn-i ahlak" kadar yaraşan ne vardır ki?
İskender Iğdır... Onun hatırası üzerine yazılmış en iyi yazıyı okumak için Aktüel'den Pınar Öğünç isimli genç kızımızın temiz ve güzel bir Türkçeyle kaleme aldığı "O buzcam kadar sessiz" başlıklı yazıyı okumanız gerekecek. 32 yaşında, bekar bir adam; gencecik yaşına rağmen Türkiye'nin en iyi haritacılarından birisi olduğunu öğrendiğimde eseflenmek yerine nasıl da gururlandım. Ne hazin, gençliğimize "meslek ve hüner" kazandırmanın yordamını bir türlü öğrenemedik. Her genç ölümde Yunus'un, "Yiğid iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi" mısraı taş gibi oturur yüreğimize; genç ölümü yakıcı ama nasıl başardıysak "genç dirisi"ni de birer ayaklı trajedi haline getirmeyi başarabildik. İskender Iğdır'ın yürek asaletini göğüs boşluğunda taşıyan milyonlarca gencimiz var bizim: Mesleksiz, hünersiz ve vasıfsız; "gök ekini" böyle de biçiliyor!
İskender Iğdır... Ölümüyle Türkiye'nin bacası tüten her hanesinde bir yanık yeri bıraktı gitti. Ölüm, sıra gözetmeyen bir hakikat ve şüphesiz çok acı; belki manasız görünecek; ama herhalde İskender Iğdır'a sağlığında ecelle nerede yüz yüze gelmek istediği sorulsa "dağlarda" diye cevap verirdi. Dağlar... Yeryüzünün en yakışıklı arızaları; yükseklere doğru derin, maveraya doğru yüksek mekanlar. İlginç bir ayrıntı: İskender Iğdır; Ağrı'ya tırmanmak arzusuyla Van uçağına binmiş; kötü hava şartları yüzünden uçak Van'a inemeyince yeniden İstanbul'a dönmüşler. Arkadaşları, "Boşver istersen" diye vazgeçirmeye çalışmışlar; ama bir hafta sonra İskender yine Van uçağında. Bu defa uçak Van Hava Alanı'na iner; ardından "Ver elini Büyük Ağrı!" ve sonra.
Sonrası kader; kader bu değilse nedir ki?
İskender Iğdır... Hakk'ın rahmeti seninle olsun; seni hiç tanımadan sevmiştik; seni ve arkadaşlarını; arkadaşlarını ve gerektiğinde sağa-sola bakmadan, fark edilmek endişesiyle öksürük akordu yapmaya tenezzül etmeden elini taşın altına sokmaktan çekinmeyen her yaştaki bütün delikanlıları...
Ailesine, dostlarına, çalışma arkadaşlarına ve sevenlerine yürek yanığı taziyetler; seni bir gün unutabiliriz İskender; ama bugün sen hiçbir iyiliğin asla unutulmayacağı bir yerdesin ve herhalde cennettesin.
Müsterih ol; delikanlılar ölmez!