Değişime inanmıyorum
Değişim her şeyi değiştirseydi, ertesi gün aynadaki yüzümüzü tanıyamaz olurduk. Hafıza diye bir şey vardır; tarih diye bir disiplin vardır.
Hatırlarız ve unutmayız; böylece zaman içinde sürekliliği kurarız.
Dünyada en az değişen şeyler değerler dünyasına dair. Bazı değerler kafatasındaki göz çukuru gibidir, Neolitik zamanların insanı kadar eski, belki ondan da eski.
Değerlerin değiştiği doğru değil; bence sadece bir bahane; belki de insanların icat ettiği en sehhâr efsâne. Kafatasındaki göz çukuru, çene kemiği nasıl değişmeden geliyorsa değerler de değişmiyor; öyleyse bize değişiyor gibi görünen nedir? Fizikî dekor, içinde yaşadığımız vasatı zaman içinde gözden geçirince bir şeylerin değiştiği vehmine kapılıyoruz. Alet kullanma bilgisinin gelişmesi ve çevreye tabarruf edebilmekliğimiz bizi bu zanna sürüklüyor. Oysaki belki otuz bin seneden beri hâlâ bıçak, hâlâ iskemle kullanıyoruz. Meskenlerimiz hâlâ çok eski bir fikre dayanıyor; duvarlar ve tavan.
Şu basit tekerlek fikrini hâlâ aşabilmiş sayılmayız. En hızlı F1 otomobili ile Hitit kağnısı arasındaki fark tekerleklerinin dönme hızı arasındaki basit bir farktan ibarettir. Bardak, tabak, içki, sapan, kapı, para... Plastik para, girift bankacılık ve finans işlemlerine bakıp neyin değiştiğine hükmedebiliriz ki: Para aynı para. Altın aynı altın, mal aynı mal. Ekmek aynı ekmek, buğday aynı; insanlar bilmem kaç bin yıldır günde üç öğün bir şeyler yemek, içmek zorundalar. Yollar çok eskiden de vardı; şimdi de var ve hep olacak.
His ve idrakler sahasına gelelim; değişen ne var: Üşümek, ısınmak, acıkmak, yemek, hastalanmak, yaralanmak, kıskanmak, sevmek, fedakârlık, tevâzu, nobranlık, bencillik, hasetlik, analık, babalık, yakınlık hissi. Hisler dünyasında değişen hiçbir şey yok. Neysek hâlâ öyleyiz. Şu basit mülkiyet duygusunu hesaba katmadığı için bilimsel sosyalizm başını taştan taşa vurarak yarım asırda perişan oldu gitti.
Siyaset dünyasına göz atalım: Hammurabi kanunları ile modern anayasalar arasında pek büyük fark yok. İsteyen oturup mukayese etsin. Dünün dünyasında az sayıda bazı insanlar hep yönetiyordu; çok sayıda birileri de hep yönetiliyordu; değişen ne var? Bütün siyaset tarzları ve yönetim modelleri, basit halleriyle de olsa bundan 2500 sene önce tüketilmişti eski Yunan’da, Çin’de ve Mısır’da. Siyâset hâlâ en sert ve kanlı olimpik sporların başında geliyor. Ebedî barış dünün ütopyasıydı, yarının ütopyası da farklı olmayacak. Bir kişinin, birkaç kişinin, çokluğun yönetimi... Birkaç basit varİnsan hakları külliyatı ki en yeni olanıdır; o bile yeni değildir.
Bir nükte: Haccac’a demişler ki, “Niçin zâlimlik ediyorsun, insanlara hilm u şefkat göstersen olmaz mı?” Demiş ki, “Ben o dediğinizi bilmem. İnsanlar ya ilimle ya zulümle idare olunurlar. Benim ilmim yok!” Bilgi meselesinde bir değişim vehmimiz var; gitgide daha çok biliyoruz; bilim ve teknoloji ilerliyor, öyleyse değiştiğini kabul ediyoruz ama insaf; bildiklerimizin tamamı, hayatla ölüm arasındaki parantezi doldurmaya ve anlamaya yetmiyor; doğum ve ölüm çıkmazı içindeyiz. Bu kadar sabite içinde, değişimin varlığına inanmak hoşumuza gidiyor; değişime inanmak, değiştirebilme kudretine inanmaktır çünkü. Tanrıcılık oynamak ise biliyorsunuz, dünya kadar, insanlık kadar eski ve bayat bir fikirdir. Ben değişime inanmıyorum; değişim herkesin hoşuna giden renksiz ama sehhâr bir ideolojidir. [email protected]