Dâvud ile Câlud
Geçen hafta Amasya'da, Türk siyasetinin en önemli hadiselerinden birisi yaşandı; orada olmak isterdim!Adı Nurullah Çolak; gazetelere yansıyan tek karelik fotoğrafına göre, otuz yaşlarında genç bir adam. Evli ve iki çocuklu.
Amasya'dan bağımsız milletvekili adayı. Metalurji mühendisliği okumuş ama işsiz.
İl seçim kurulunun siyasi gösteriler için verdiği yer ve zaman tahsisine göre Amasya'nın Yavuz Selim Meydanı'na gelen Nurullah Çolak, önce kendi elleriyle taşıdığı ses cihazını ve kolonlarını kurduktan sonra, üzerine Türk bayrağı ve kendi resimlerinin asılı olduğu çamaşır ipini kürsünün önüne çekmiş. Sonra kürsüye çıkıp iki buçuk saat konuşarak kendini tanıtma hakkını kullanmış.
Fotoğrafta öyle alışageldiğimiz kürsü önü kalabalığı görünmüyor: Eşi Leyla Hanım ve birkaç tanıdığa hitab eden Nurullah Çolak'ı, "seçmen" kalabalığının on katı tutarında, tam kırk civarında polis izlemiş. Oradan geçen Amasyalılar, gazete haberine göre şaşkın bakışlarla manzarayı seyretmişler: "Bu adam ne yapıyor?"
Elbette ki bu adam vatandaşlık hakkını, siyasi hukukunu kullanıyor ama biz böyle manzaralara alışık olmayan bir siyasi topluluğuz; yadırgarız.
Nurullah Çolak konuşmasını yaparken oradan geçen seçim arabalarının yaydığı gürültü, bu tek kişilik mitingin cılız sesini bastırmış. Bağımsız aday Nurullah Çolak onlara hitaben biraz saygılı olmalarını, hiçbir partiye karşı olmadığını, buna mukabil kendi haklarına saygı gösterilmesini talep etmiş; bir Dâvud'la Câlud karşılaşması yani!
Nurullah Bey'in 2,5 saat boyunca dile getirdiği projelerinin niteliği hakkında gazeteler bilgi vermiyor fakat "tek başına siyaset"in Türkiye'de uzaydan düşmüş göktaşı kabilinden bir tuhaflık olduğunu fark eden Çolak, seçildiği takdirde çevresiz ve teşkilatsız nasıl hizmet edeceğini izah ederken biraz zorlanmış, diyor ki: "Arkamda konvoy yok, teşkilata gerek yok, 380 bin kişi [Amasyalı] muhatabım. Yasama, yürütme ve yargıda büyük boşluk var. Millet bilinçsiz, milleti bilinçlendirmiyorlar. Biraz kolon sayısını artırdığım zaman daha güzel olacak, ben zorluk çekmiyorum, bütün tanıtımları kendim yaptım, insanlarla muhabbet ettim. Mecliste çalışacak olan benim, idareyi ben yapacağım, yasayı ben yazacağım, bakanlıkları ben denetleyeceğim, teşkilata ne gerek var ki?"
Bu sözlerin fazlaca tutarlı olmadığını belirtmeye gerek yok ama o kadar kusur kadı kızında da bulunur. "İdareyi ben yapacağım, yasayı ben yazacağım" diye kendini zora sokacağına, "Meclis'te Amasya'yı temsil edeceğim; benim gibi nitelikli işsizlerin sesi olacağım" dese de kifayet ederdi.
Dünyanın her yerinde etkili siyaset bir teşkilatın bünyesinde yapılıyor; Türkiye'de bağımsız adaylık, "sonuna kadar bağımsızlık" düşüncesinden çok, ilk elverişli pozisyonda bir partinin bünyesine duhûl etmek muradını taşıdığı için o çok önemli rengini kaybediyor; o yüzdendir ki ülkemizde siyasete fevkalade ehil ve kabiliyetli pek çok insan, siyasi kariyer yapmak için evvela bir "lider"e ve onun teşkilatına "âmenna" diyerek ilk adımı atmak zorunda kalmaktadır. Öyle insanlar için bu ön şartın ne kadar caydırıcı ve itici geldiğini tahayyül etmek kolay değildir.
Siyasi hukukumuz, bağımsız adaylara şeklen eşit yarışma hakkı veriyor fakat fiilen bu hakkı berhava ediyor. Bağımsızlar (yani hakikaten bağımsızlar) siyasi dünyamızın egzotik yaratıkları gibi görünüyor hâlâ; onlara alıştığımız ve varlıklarını tabii gördüğümüz gün, siyasi kültür zenginliğinde bir üst basamağa terfi edeceğimiz muhakkaktır.
Medeni cesaretiyle siyasi iklimimizin en az elli sene sonrasından bir renk ve ıtır getirdiği için Nurullah Çolak'a başarılar ve mutluluklar dilerim; kazanmanın her şey demek olmadığı yerler de vardır.