Daha minderi bile ısıtmadan...

Yahu biraz ağırbaşlı olayım, okkalı lâflar ederek insanlara huşû salayım diyorum, mizah ayağıma dolaşıyor. Ciddi sandığımız şeyler esasen o kadar sulu ki, ıslanmamak için kayık tedarik etmek lâzım.

Vekilin biri rektörlere gaz ve ilham veriyor, “Başarısının sırlarını sokağa, sokağı köşke taşıyan falanca zat adına kürsülerini üniversitenize ne zaman taşıyacaksınız? Bu büyüğümüzün aklını kurumsallaştırıp tarihselleştirmeyi, kodlarını bilimselleştirmeyi düşünüyormusunuz?”

İnsanın böyle dostu olduktan sonra, onca zahmete girip vatan haini icad etmeye hâcet yok vallahi. Vaktiyle bazı Kemalist zevâta, “Kardeşim, rahmetliye fazla yüklenmeyin, altında kalırsınız; her kasabaya bir Atatürk caddesi adı vermek, aşağılık kompleksinin bir başka tezahürüdür.” derdik, “Vaay, Atatürk düşmanı!” diye üstümüze yürürlerdi. Buyrunuz, yurdum insanı, süper kılavuzsuz, yüce öndersiz bir gelecek tasavvuru geliştirmeyi beceremiyor işte: Hoop tersinden Kemalizm! Düzüne de muhalifim, “antisi”ne de (Bkz. Bunlar komünistin de antisi fıkrası!). Yahu insan evlattan geçtik torunundan çekinir, “Dedem vaktiyle neler de saçmalamış, madara olmuşuz vaktiyle” dedirtir mi hiç? Müdâhinliğin de bir usûlü, bir zarâfeti olmalı (Bkz. Patlıcanın dalkavuğu fıkrası!)

İmdi kalemi ele alıp bunlara bir şöyle dört başı mâmur bir kürsü programı yazmak mümkün: Hangi dersler, nasıl okutulacak? Zor durumda ne yapılacak (Bkz. Üç mektup fıkrası)? Milli mücadeleye düşman cemiyetler kimlerdir? Düşmansız kalınca n’eedilir (Bkz. Uydur uydur ipe diz fıkrası); Dış siyasette berbat duruma düşülünce n’aapılır (Bkz. Veziri sadrazam yapmak fıkrası). Kitap yazarım kitap! Lâkin üç eksiğim var: İlki sabrım kıt, ikincisi yerim dar, üçüncüsü değmez (Bkz. Ayakkabısına acıyan CHP’li vekil olayı). Nasıl olsa bazı rektörler bu ulvi hedefe yunuslama atlayarak kürsüleri rekz edecektir. O zaman programlarını okur eğleniriz.

Adam daha minderini ısıtmadan âkıldâneleri birbiri ardısıra sökün etmede... Durun yahu, bu işin hamdelesi, besmelesi yok mu? Hoş göreceğiz zira bir yazımda buyurmuştum ki, “Dinlememek üzere yola çıkanlar asla yorulmazlar” ve ayrıca büyük inkılâpçılar acûl adamlardır. Millette ümmid ettikleri feyzi görmeden ölüp gideceklerinden korkarlar; su akarken desti doldurulmalı, ağaç yaş iken eğilmelidir.

Nedir peki mesele? Tam yirmi maddede yapılması gereken ıslahat ve inkılâplar sıralanıyor ki reis bunları hakiykaten okusa, gözünün yaşına bakmayıp Hizan’a sürgüne yollar vallahi (Elde olmayan sebeplerle Fizan yolu kapalı şu an!). Diyor ki, “Yolsuzlukla mücadele etmeyi beceremiyorsunuz, kullandığınız adamlarda iş yok (tabiri ben hafiflettim), sağınızı solunuzu güvenilmez adamlar kaplamış, gençlik yetiştireceğiz diye emek verdiğiniz eğitim politikaları on para etmez; Ümmet deyip duruyonuz, İslâm dünyasına selam verecek yüzünüz yok; inşa ettiğiniz şehirler, mahalleler ve siteler yüzünüze benziyor, sade siteleriniz değil üniversiteleriniz de dandik. Kapatın bunları, global şeyler kurun. Kendi kendinizi kandırmaktan başka bir şeye yaramayan bir sürü medyanız var; nerede yeni medeniyeti yoğuracak muazzam kültür ve sanat hamleleri? TRT’nize hiç güvenmeyin hele; her bakımdan temizliğe muhtaç vaziyette; kov gitsin hepsini, bulabilirseniz eli yüzü düzgün adamlar tedarikleyin. Milli eğitiminiz tırışka. Bulun yeni bir Hasan Ali, bulun yeni bir Reşid Galip, olmadı Rıza Nur, kursun geleceğimizi yeni baştan. Diyanet’iniz camiye kendi ayağıyla tıpış tıpış gelenlere bile ulaşamayıp ‘gemiyi delmeyin ula’dan başka edecek lâf bulamıyor. Cemaatlerle aranız berbat; azını düşman, çoğunu yandaş edip izzetlerini kırdınız. Bırakın dünyaya yayılsınlar, mektepler açıp bütün kıtalara hakikat tohumu eksinler artık becerebilirlerse. Bu arada, az çok eli yüzü düzgün üç-beş üniversite kalmış bir köşede. Kapatın onları da. Yerine daha iyisin açın vs... vs...”

Anlaşıldı, orda da rahat yok sana be usta! Eee, bu daha fragman; asıl filmi, ömrü olan görecek!


Kaynak (Arşiv)