Daha da yazmam Gezi-mezi...

Gezi defterini artık kapatıyorum. İlgili herkesin, tarafeynin gözü aydın olsun. Şöyle bir bakıyorum, söylenmedik bir şey kalmamış. Kâfi, tekrar her zaman güzel değildir.

Aslında o hiç açmamak, bir nevi “Servet-i Fünûn Edebiyatı” hilesine başvurarak kuşlardan, ağaçlardan, aşktan ve tabiattan bahsetmek daha doğru (doğru demeyelim ama siyâsî!) olacaktı fakat sâfiyet yakamı bırakmadı. Sâfiyet derken kendime müşfik davrandığımı fark ettiğinizden eminim: İnatla kararlılığın arasını ayıran ince zar duvar, saflıkla aptallık arasındaki bölmeyle aynı inceliğe sahip. Ne var ki böyle ahmaklıkları, nice zekâvet ve ince hesap yüklü akıllılıklara tercih etmemek gerektiğini bir türlü öğrenemeyeceğimden korkuyorum (Cümle kötü oldu ama anladınız siz onu!)

Madem Gezi defterini kapatıyorum, son satırlarına hikmet dolu şeyler yazayım bari...

Merhum Ziya Paşa, “İdrâk-i meâli bu küçük akla gerekmez / Zira bu terazi bu sıkleti çekmez” beytini onca yıl evvel sanki ben ve benim gibiler için yazmış gibi.

Öyleyse buyrunuz aşk ile istiğfar ediyorum: “Eğer benim elimden ve dilimden ve kalemimden ve ağzımdan ve cemî âzâlarımdan, bilip bilmeyip hikmet-i hükûmet ve umûr-ı siyâsete muhalif sarfettiğim kelime-i küfür, elfaaz-ı galîza, her ne eb'adda olursa olsun irili ufaklı tenkid, sitem, yergi, istihzâ veya alenen çekememezlik velâkin hasseten hâtâ ve isyân etvârından; her ne ki sâdır olduysa, ben onların cümlesine tevbe ile rücû ettim, pişman oldum; berîyim, pişmânım, bir dahi işlememeye azm-i cezm eyledim!”

Oh, rahatladım; ne güzel. Bazı arkadaşların böyle bir vasatta nasıl mutlu olabildiklerini şimdi daha iyi anladım. E, madem tecdîd-i nefs ile tevbe istiğfar ettim, aydınlanmış bir kafa ile seyyiâtım cümlesinden yanlış fikirlerimi düzeltmeme müsaade buyrulmalıdır:

Yardan-serden geçilir, kışladan vazgeçilmez. Evet, icabında şehir müzesi, o olmadı AVM-rezidans haricinde her şey yapılır fakat yine de kışla'dan dönülmez. Kışla bizim kırmızı çizgimizdir; yapıldığını görmeden ölürsem yazılsın seng-i kabrime vatan mahzûn ben mahzûn!

Velev ki protestocu gürûh, “Park bizim neyimize, vazgeçtik, illâ ki kışla isteriz, idman tutar zindeleşiriz” deyû fikir değiştirirlerse o zaman durup CHP'nin ne dediğine bakılır, CHP de kışla isterse, bu defa o mevkî-i mukaddes park olarak ibkaa edilmelidir.

Her hâl ü kârda Taksim ve civarı, “Her yer karanlık, pür-nûr o mevkî” mısrâı mısdâkınca millî ve beynelmilel plânda bir hac yeri haline gelmiş bulunuyor; her ne yapılacak ise, mevkiin rûhaniyeti gözetilmeli ve birkaç çapulcunun -icabında laikçi bile olsalar- kendilerince bir mübârek alan edinmeleri anlayışla karşılanmalıdır.

Ortalığı karıştıran gençler birer birer yakalanıp saçları üç numaraya vurdurularak askere alınmalı, hemen akabinde askerlik 12 seneye uzatılmalıdır, çünkü bunu hak ediyorlar, çünkü nimete küfrân ile mukabelede bulunuyor keratalar!

Bu hafta sonu yapılacak “Biz de varız bre” mitinglerine, mâ-aile, hatta mâ-mahalle iştirak etmek demokrasi borcudur. Seçimlerin eli kulağında, şöyle bir iki bağırıp çağırır, havaya gireriz; ayrıca mitingde dostumuz kim, düşmanımız kim bir kere daha hatırlatır, öğreniriz. “Hava yağmurlu, ahali dışarda kalmasın, safları sıklaştıralım Müslümanlar” anonsları dinleriz; safları sıklaştırır güzelleşiriz.

Daha da yazmam gezi-mezi; ben yazmayınca ortalıkta problem kalmaz. Mevsim değişir, Akdeniz olur. Mezarlıktan geçerken korkudan ıslık çalanların yüreği de feraha erişir.


Kaynak (Arşiv)