Daha beter olun!

Milletvekili aday adayı olmak için görevlerinden istifa edenlerin listesine şöyle bir göz attım. Uzaktan veya biraz daha yakından tanıdığım isimlerin çoğu beni şaşırttı, "Bütün emelleri günün birinde milletvekili olmak mıymış?" diye düşündüm.

Elbette farkındayım, milletvekilliği, siyaset kariyerinin orta boy basamaklarından biri; bunun üstünde daha parti yöneticiliği, meclis görevleri, komisyon üyelikleri, biraz daha yukarıda bakan olmak, başbakan olmak gibi daha iştah açıcı hedefler var. Benim kastım siyasi kariyer basamaklarında yükselmek isteyenleri eleştirmek değil. Öyle aday adayları var ki listede, insana Nâmık Kemal merhumun, "Yüksel ki yerin bu yer değildir / Dünyaya geliş hüner değildir" mısrâlarındaki serzenişli mânâyı hatırlatıyorlar; hep daha yukarı, hep daha yükseğe. Karşıdan bakılınca meslekleri ile özdeşleşmiş, işlerinde başarılı olmuş, var oluş sebeplerinin içini doldurmuş gibi görünen insanlar bunlar. Halen bulundukları mevkiin, ünvanın, statünün daha yükseklere çıkmak için bir tramplen gibi algılanmasını yadırgıyorum.

Bir insan kendini olduğundan ve gereğinden fazla önemsediği için eleştirilebilir mi, tartışılır da, "Kadrim bilinmedi fakat bildireceğim" duygusunun içten içe ne kadar yakıcı ve eritici bir tahrip yapabileceği su götürmez.

Değer verdiğim, saydığım hocalarımdan biriyle hırs hakkında konuşuyorduk, demişti ki, "Hırsı o kadar da küçümseme; tevazu, rızâ, kadere teslimiyet elbette güzel ve doğru değerlerdir fakat bazı meslekler vardır ki hırs âdeta meşrû görünür: İlimde, siyâsette ve sanatta 'bu kadarı elverir' diye düşünmek, meslekî zaaf sayılır." Elhak doğrudur. Siyâsetçinin başlıca gıdâsı hırstır; elbette müsbet mânâda olanı kasdediliyor.

Üniversite'de iken, ilmi kariyerlerinde yükselen arkadaşlarıma tebrik sadedinde, "Daha beter ol" derdim, gülüşürdük. Herkes bilir ki doçentin daha beteri profesörlük, profesörünki ise dekanlık, rektörlük cinsinden idari görevlerdir. Latife yaptığımı bildikleri halde hoşlarına gittiğini hissederdim. Şimdi yine aynı duygular içindeyim. Milletvekilliği yolunda köprüleri yakarak ve "Bismillah, Neveytü'l-gazâ" diyerek meydana düşen arkadaşlarıma, tanıdıklarıma ve tanımadıklarıma şimdi peşinen, "Daha beter olun" diyorum.

İşte tam burada kendi kendime, "Hele bir soluklan yeğenim; otur bir ayran iç" diye telkinde bulunarak yazdıklarımı yeniden okudum. Kanunlarımızda halkı askerlikten soğutmak diye bir suç tarifi var, hatırlıyorum fakat acaba "halkı siyasetten soğutmak" diye bir suç var mı diye sağı-solu kolaçan ettim, pek bir şey bulamadım. Siyasetin erdemine hâlâ inanıyorum, şaşkınlığım, emeklilik çağlarına gelmiş olmalarına rağmen hâlâ "mesleki tatminsizlik"ten muzdarip olanlarımızın tatmini, siyâsi hayatın (sıradan üyeliklerde değil de) milletvekilliğinde bulacaklarına dair inançları.

Her neyse, bileklerinde mis gibi muteber meslekî bilezikleri dururken, aday adayı defterine yazılanlara baht açıklığı dileyelim; daha da beter olsunlar! Gönül isterdi ki, böyle demlerde kurumlaşma fırsatı bulabilmiş siyasi partilerimiz, ta gençlik ve kadın kollarından başlayarak yıllarca teşkilatta diz çürütmüş, emek vermiş mensuplarını önceleyebilsinler ama olmuyor işte. Vekillik, meslekî kariyerlerinden razı olmayanların ufkunda ödül gibi durduğu sürece, böyle şeyleri daha çok zaman göreceğiz.

Yazdıklarımı bir kere daha okudum, sonra kendime dedim ki, "Yahu sen düpedüz kıskanıyorsun bu arkadaşları!". Gururum isyanla ayağa kalktı ve öfkeyle, "Ne münasebet" diye haykırdı ve durakladı... söyleyecek bir şey bulamamıştı anlaşılan!

Doğru yahu, kıskanıyorum galiba...


Kaynak (Arşiv)