Cumhuriyet aşirete dönüşürken
Olağanüstü baskı tedbirleriyle hürriyetleri kısıtlayan, sıradışı vergiler koyan, hukuku dejenere ederek keyfî davranan her yönetim, halkına yaptığı şeyi bir şekilde izah etmek zorundadır.
-Yapıyorum ama neden yapıyorum bir sor bakalım?
Eğer tâ baştan karşı çıkmak yerine, ‘Anlat bakalım’ derseniz büyük ihtimalle partiyi kaybetmişsiniz demektir; çünkü biliyor musunuz, çok yakın, her an hepimizi mahvedebilecek bir tehlike vardır ve düşman hain emellerine ulaşmak üzeredir. Bu saçma-sapan ve keyfî gibi görünen tedbirler, evet iyi bir şey değildir ama vallahi-billahi geçici bir zaman içindir ve elbette sıradan, mâsum insanların endişelenmesi için bir sebep yoktur. Nitekim bir anayasal hak askıya alınıyor diye ortalığı ayağa kaldıranların acaba gizli bir niyeti, saklı bir ajandası mı vardır? Demek ki yarası olan gocunmaktadır! Oysa ki baskı kanunları, müsadere yetkileri, sorgusuz sualsiz tutukluluklar ve uzun mahkumiyetler, meyve bahçelerine atılan zırai ilaçlar gibidir; zararlı böcek ve sinekleri öldürür ama operasyon aslında ağacın ve meyvenin lehinedir. Bir meyve durup dururken niçin ‘Böceğe sineğe razıyım, yeter ki bana zirai ilaç atmayın’ der ki? Acaba işbirlikçi midir, yoksa salak mı? İnsan ülkesini seviyorsa, böyle geçici ve olağanüstü höt-zötlerden rahatsız olmak yerine bilakis zevk almalı, hatta yardımcı olmalıdır.
Geçen asrın Faşist Avrupası’nda medeniyetin süne zararlısı Yahudiler, Çingeneler, Zenciler, Asyalılar ve akıl hastalarıydı. Avrupalıların mühimce bir kısmı modern bilime dürülerek sunulan bu martavala inandılar ve etraflarında işlenen cinayetleri önce anlayışla karşılayıp sonra da farketmez oldular. 21. Asrın Türkiyesi’nde milli düşman, paralel yapıdır ve koca bir devletin aşirete dönüştürülmesi esnasında ‘paraleller her yere sızmış’ palavrası, bir uyuşturucu görevi yapmaktadır. Yeri gelmişken belirtelim: Bir aşiretten cihangirâne bir devlet çıkarmak iddiası, doğru olsa bile nadir ve güç rastlanır bir durumdur; oysa ki bir devleti, hukukunu suistimal ederek tez zamanda bir aşirete çevirivermek çok kolaydır ve şekil A’da seyrettiğimiz vak’a budur.
Şöyle ki; bir teneke suda eritilen paralel yapı müstahzarı, medya pulverizatörleriyle sabahtan akşama durmaksızın topluma püskürtülerek ağzı kalabalık liberalleri, huysuz sosyalistleri, alıngan cumhuriyetçileri, asabi ve fena halde Atatürkçü hanımları, kalbi kırık Harbiyelileri, yorgun ve kırgın darbecileri yatıştırıp gevşetmekle kalmıyor, liyakatsiz bürokratlara, başarısız İslamcılara, bir dönemin çakma mücahitlerine, orta gelir tuzağından kurtulmak isteyen hırslı yüklenici takımına yaşama sebebi vererek ikna ediyor. Şöyle düşünüyorlar: “Vardır, olmasa büyüklerimiz bize söylerdi; öyleyse kahrolsun paralelciler!”
Yahudiler ve Çingeneler için kullanılan bütün mahkum edici ve aşağılayıcı sıfatları şimdi çekinmeksizin paralellere yapıştırmanın müeyyidesi yok ve üstelik sevabı olduğu bile söyleniyor. İşin en komik boyutu ise geçenlerde zuhur etti; geçimsiz MHP’liler bile birbirlerinin kuyusunu kazmak isterken kim daha paralelci imiş bakalım çamurunu teatiye başladılar.
Yeni yeni farketmeye başladıkları bir şey var ama; bir süre sonra bu arkadaşların hiç biri ‘paralel yapı dolmasını’ hatırlamayacak, çünkü kaybettikleri şeylere üzülmekten başka şeylerle ilgilenemeyecekler.
Türkiye büyük bir hapishaneye, daha doğrusu özel mülke dönüşünce paralel edebiyatının da lüzumu kalmadığı için dolaşımdan çekilecek; çünkü aziz vatanın bütün mekteplerine, tersanelerine, kışlalarına denizlerine, mahkemelerine, kıyılarına, kupon arazilerine, şirketlerine, meydanlarına ve medyalarına birer müsait kayyım bulunup çökülmüş olunacaktır.
Haberimiz olmadı, kimse söylemedi demeyin diye yazıyorum bunları. Siz hâhişkâr (Argo; yollu!) davranmasanız, çökücü takımı bu kadarını aklından bile geçiremezdi!