Cumhurbaşkanlığı seçiminde geriye dönüş mümkün
Türkiye’nin hâline bakan, mahalli bir seçimden henüz çıktığımıza inanmaz. Referandum dozuna getirilen seçimler, hiç görülmeyen bir kutuplaşmaya sahne oldu, sinirler gerildi, ortam aşırı derecede elektriklendi. Seçim gecesi yapılması mûtad olan balkon konuşması ise düşman bir ülkeye harp ilanı gibiydi. Aslında o da oldu, “barış” balkonunda Suriye ile savaş hâlinde olduğumuzu öğreniverdik.
Aynı ağır şartlarla devlet başkanlığı seçimine gidiyoruz. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi, 2007’nin şartlarında ve kâğıt üzerinde en mâkul tercih gibi görünüyordu. Vesayet rejimine diz çöktürmek için bir tepki olarak icat edilen bu yol, şu gün için en riskli, en olmadık bir çözümsüzlük vaat ediyor.
Seçimin propaganda sürecinin nasıl geçeceği hakkında hiçbir tecrübemiz ve bilgimiz yok. Anayasa’nın 2007’de değiştirilen 101 ve 102. maddelerinde seçim süresi 60 gün şeklinde düzenlenmiş. Parlamenter sistemde bir cumhurbaşkanı adayının il il gezerek mitinglerde konuşması, vaatlerde bulunmasına hiç alışkın değiliz. Kaldı ki o safhaya gelmeden önce adayların netleşme sürecinde hayli gerginlik ve pazarlık yapılacağı göz önüne alınırsa, cumhurbaşkanını halka seçtirmek, faydasından çok sıkıntı doğuracak gibi görünüyor. Seçilen kişi, ülkenin en az yüzde 51’inin desteğini almış olmanın siyasi ağırlığını ister istemez kullanacak ve parlamenter sistemde daha önce görmediğimiz yeni gerginlikler zuhur edecek.
Bir yanlışı başka yanlışla onarmak da yanlış. Devlet başkanını halk seçiyor diye siyasi hayatı parlamenter sistemden başkanlık modeline dönüştürmek çok pahalı ve lüzumsuz bir çözüm olur. Başkanlık sistemi hakkında daha önce çok tartışıldı; sistemin Türkiye’de verimli işlemesi için devlette temel erklerin çok dengeli tarzda birbirinden ayrıştırılması ve birbirine karşı denge-kontrol ahengi içinde düzenlenmiş olması gerek. Oysa Türkiye, henüz “Hukuk devleti” olup olmadığı yüksek sesle tartışılan bir ülke. Yasama erki, tamamen Yürütme’nin kontrolü altında olduğundan Yasama ile Yürütme birleşmiş durumda. Seçimlerden önce jet hızıyla çıkarılan önemli kanunlar örneğinde görüldü ki Yargı erki de Yasama düzenlemeleri ile Yürütme’nin kontrolüne bırakılmış bulunuyor. Geçen hafta Meclis gündemine getirilen MİT kanun teklifi ise otokrat bir hükümete istediği baskı araçlarını altın tepsi içinde verecek bir nitelik gösteriyor.
Henüz kültürel problemlerinin üstesinden gelemediğimiz parlamenter sistem hakkında dertlenmek gerekirken, daha üst seviyede “yaygın demokratik kültür” gerektiren başkanlık sistemi, Türkiye’yi tek adrese götürür: Meclis’i, Yürütme’yi ve hatta Yargı’yı bile denetimi altında tutan otoriter bir başkan!
Yarı başkanlık sistemi veya nasıl düzenleneceğini henüz kimselerin bilmediği “Partili Cumhurbaşkanı” modeli gibi seçenekler, üzerimizde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Zaten pek de mükemmel işletemediğimiz parlamenter sistemi zaafa uğratacak bu gibi arayışlara yol açılmamalıdır.
Bu kavşak noktasında şuna karar vermeliyiz: Otoriter, güçlü ve problem çözmek için gerektiğinde yumruğunu kullanan bir lider mi istiyoruz, yoksa hukuka ve demokratik ilkelere itaat ederek problem çözen bir idare anlayışı mı?
Bana göre bağıra-çağıra gündeme gelen bu krizi çözmenin en basit ve mâkul çaresi, 2007’deki anayasa değişikliğini iptal eden yeni bir yasama kararı ile eski seçim usulüne dönmektir, yani cumhurbaşkanını yeniden Meclis’in seçmesi. Parlamenter sistemin, halkın seçtiği güçlü cumhurbaşkanı gibi bünyede sıkıntı yaratacak yeni icatlarla zaafa sokulmasına değil, bilakis temel güçlerin yeniden ele alınarak birbirine karşı güçlendirilmesi ve dengelenmesine ihtiyacımız var.
Esasen yeni anayasa çalışmaları başarıyla tamamlanmış olsaydı bu konu gündeme hiç gelmeyecekti. Anayasa çalışmalarının, hükümet kanadının başkanlık sisteminde ısrarı ve muhalefet partilerinin baştan belli gönülsüzlüğü sebebiyle kilitlenmesi bugün ağır bir bedel olarak karşımıza çıktı.
Bugünkü Meclis’in, yeni bir anayasa yapamayacağı artık anlaşıldı; şimdi problemi kökten çözmek yerine kısmi tedbirlerle yetinmek zorundayız. Meclis, acilen toplanarak 2007’deki 101 ve 102. Madde değişikliğini asli şekline kavuşturmalıdır.
“Geriye dönüş” mü?
Evet, niçin olmasın?