Cübbe ve minder
Sırf sesinden istifade ettiğim, eski"püskü, siyah"beyaz, nerdeyse teknoloji müzesine kaldırılmayı hak edecek kadar garip bir küçük televizyonum var; kendisine radyo muamelesi yaptığımı anlasa herhalde gönlü kırılırdı.
Kanallardan birisi sağlık hizmetleri için partilerin seçim beyannamelerinde hangi yenilikleri araştırdığı yolunda bir haber yapmış. Sızlanan vatandaş seslerinin arasına bir hekimin açıklaması karışıyor. Hekim diyor ki, "Bu kadar az parayla çalışan bir hekimin verdiği sağlık hizmetinden öyle aman aman bir kalite beklememek gerekir."
Vay canına, işte bunu bilmiyordum ben!
Hani, laboratuvar hizmetlerinin yetersizliğinden, meslek içi eğitimin kıtlığından, tıbbi araç"gereç eksikliğinden yakınsa anlayacağım, belki de tamı tamına böyle bir şey kastediyor ama söylediği sözleri gayet iyi hatırlıyorum; kısaca "ne kadar ekmek, o kadar köfte" demeye getiriyor.
Haklı mı; çoğumuza göre haklıdır belki ama kaliteli hizmetin iyi parayla izah edilmesini anlamakta hâlâ zorluk çekiyorum. Vaktiyle yüksek hâkimlerimizden birisi de böyle bir şey söylemişti hatırlarsınız: "Hâkimler vicdanlarıyla cüzdanları arasına sıkıştılar" meâlinde bir şey; onu da anlamamıştım.
Maaş azlığından yakınmak mâkul bir şeydir ve özellikle düz memur takımının bu şikayette bulunmaya yerden göğe hakkı vardır; ama bu şikayeti doktorların, yargı mensuplarının, akademik görevlilerin yapmasında bir garâbet, daha doğrusu sırf "ahlâk" dememek için "etik" geveleyip duran meslek erbâbının tâbiriyle etik bir boyut var; görmemek imkânsız.
Evvelâ herkesin bildiği bir memleket gerçeğinin altını bir kere daha çizelim; bugünün şartlarında sigorta primi ödenmek kaydıyla ayda iki yüz milyon ücretli bir iş bulan üniversite mezunları kendini mutlu sayıyor. Pek çok yetişkin, evli"barklı adam sigortasız 150"200 milyonluk işlere bile râzı. Vaktiyle Rusya'dan böyle haberler işittiğimizde acırdık; ayda yüz dolar, seksen dolar kazanabiliyorlar diye. Şimdi bu vâkıâ sıradanlaştı, el yakıyor.
"Yahu ayıptır, arslan gibi adamlar ayda yüz dolara tâlim ederken bari siz sızlanmayın" demeye getiriyor değilim. Bazı meslekler vardır ki onların icrâsında maaş değil meslek ahlâkı önde gelir, gelmelidir. Bazı meslek erbâbı, sadece mesleki bilgi ve tecrübelerini değil, nihai tahlilde vicdanlarının tartısını kullanarak kamu hizmeti yaparlar: Yargıçlar böyledir meselâ, üniversite hocaları böyledir, tabipler, öğretmenler, dinî hizmetler veren kamu personeli böyledir. Özel yeminle peştamal kuşanılan mesleklerdir bunlar. Hipokrat yemininde verilen hizmetin maddi karşılığından söz edilmez. Bütün yeminler ahlâkî bağlayıcılığı olan metinlerdir. İnsanlar mesleklerini icra ederken elbette para kazanacaklardır; ama mesleğini son kertede vicdani tartı ile icra eden kişilerin kamuoyu önünde, "az maaş alan kaliteli hizmet veremez" demeye hakkı olmamalıdır. Tâ başından kabullenilmiş bir risktir bu.
Çelişkiyi kurcalayalım: Cüzdan dolgun olursa vicdan kemâle erişir mi; maaş yüksek ise hizmetin kalitesi kendiliğinden artar mı? Öğretim üyesi iseniz "bu paraya bu kadar ders anlatılır" deyip bir raddeden sonra işi savsaklayabilir misiniz? Borçlarınız aklınıza geldiğinde moraliniz bozulabilir, kısmen zihni dağınıklığa uğramanız tabiidir; ama neticede devletle yaptığınız hizmet akdinden önce mesleki yemin ile vicdânen bağlısınız. Maişeti denkleştirmek için imtihan sorularını parayla satmış, sınav kağıtlarını okurken rüşvet veren öğrencileri peşinen geçirmiş iseniz artık "hoca" değilsiniz. Milletin dolmuşta bile birbirine "hocam" deyip durmasına bakmayalım; "Hoca" olmak, hâlâ en yüksek toplumsal değerdir bu ülkede; bu onuru suiistimâl etmeyi düşünebilir misiniz?
"İyi maaş ödemiyorlar; binaenaleyh bu pansuman neyine yetmez" deyip hastayı savsakladığınızda neyi yıkmış oluyorsunuz aslında? Yapmayınız; bu ülkede mesleki yemin ve ahlâkı hâlâ çok yüce bir değer olarak muhafaza eden meslektaşlarınıza yazık etmiyor musunuz?
Mesleğe giden yolun başında böyle bir tercih yapılabilir: "Hekimlik para etmiyor pazarlama okuyayım" veya "Yargıçlar iyi kazanamıyor bilgisayara yöneleyim" denilebilir ve bu tercih anlayışla karşılanır. Meselâ, ilmi kariyerin ilk basamağı sayılan asistanlık bugün revaç görmüyor; ama ilmî kariyeri seçmiş iseniz bu, ömrünüzün sonuna kadar ilimle uğraşacağınız anlamına gelir. İşten bıktığınızda, meslekî ahlâk sektör değiştirmeyi gerektirir; neye mal olursa olsun! Öğreneceksiniz, öğreteceksiniz, araştıracak, yazacak, okuyacak, öğrenci yetiştireceksiniz. Akademisyen maaşını, ordu mensuplarıyla mukayese ettiğinizde iş bitmiştir. Hocalık sadece bir iş kolu değildir, daha fazla bir şeydir. Hekim iseniz, ızdırapları dindirip marazları tedavi edecek ve insanlığa hizmet edeceksiniz. Maaşı, vicdanını tahriş eden yargı mensubu, oturduğu minderin aslında ne postu olduğunu unutmuş demektir.
Bu meslekler sıradan işler değil: Bir toplumun belkemiği, bu gibi meslek erbâbının dirâyetli ve ahlâki mesaisi ile dik durur; bu sektörlerdeki çürüme ise bazı muhasebecilerin vergi usul kanununu kısmen iğfal etmesine benzemez.
Kimseye ahlâk dersi vermek haddim değil; isterim ki hâkimler, hekimler, öğretmenler, profesörler gerçekten iyi maaş alabilsinler; ama iyi maaş alamadıklarında cübbelere bürünüp sızlanmak olmuyor.
Ve bir nükte daha; cübbe, vicdanıyla iş görenlerin libâsıdır.