Çözümsüzlük mühendisliğinin sonu

Manzara netleşmeye başladı; Kemal Derviş'in ifa ettiği katalizör görevi şimdi durumu daha net görmemize yardım ediyor.

Türkiye'de siyasetin ve siyaseti belirleyen güçlerin bugüne kadar çözümden ziyade niçin çözümsüzlük tasarladıklarını artık daha iyi fark edebiliyoruz. Siyasete hâkim güçler esasen dünyanın her yerinde yönetimleri meşgul eden işsizlik, istihdam, verimlilik, eğitimde kalite gibi esas problemler karşısında çözüm üretemeyecek kadar beceriksizler; ezkazâ çözüm üretmeye yeltenenlerin başına neler geldiğini ise hepimiz biliyoruz. Onların asıl becerikli ve kabiliyetli oldukları husus evrensel problemleri çözmek değil, tam aksine evrensel akıl düzeyinde problem teşkil etmeyecek mevzular icat etmek, asıl çözülmesi gereken meseleleri geri plana iterek Türkiye'nin yönetimini tıkamaktır. Daha iyi görülmeye başladığımız vakıa bu işte.

Türkiye'yi müthiş bir finans krizine yuvarlayan bankacılık sektöründe daha evvel icat edilmiş bulunan çözümsüzlük, bugünlerde yavaş yavaş "çözüm" noktasına doğru ilerliyor. Bankacılık sektöründeki kötü düzenlemelerden doğan milyarlarca dolarlık kaybın, bir iki celselik bir yasama faaliyeti ve onun ardında duran bir siyasi kararlılıkla çözüme doğru gitmesi sizce normal mi?

Kamu ihalelerini düzenleyen kanuni aksaklıklardan ötürü bugüne kadar neler kaybettiğimiz ortada. İhalelerin, -artık Mısır'daki sağır sultanın bile bildiği ve kabul ettiği- beynelmilel normlarda icra edilmesini öngören düzenlemeler de o meşhur onbeş kanunluk paketin içinde yer alıyordu. Peki bu manidar değil mi? Bir anlamda Frenklerin "difficilites nugae" yani, zahmetle tertiplenmiş saçmalık eseri diye adlandırdıkları maharetle mevcut statükoyu çözümsüzlük üretecek şekilde yapılandırdıktan sonra, günün birinde iki satırlık kanun ve siyasi irade gösterisiyle halledivermek neticede -hâşâ huzurdan- "kaybettiğimiz eşeği" bulmaya benzemiyor mu?

Ve günün birinde çözülsün diye icat edilen o şâheser problem: Başörtüsü meselesi! Rejimin selametini başörtüsünün yasaklanmasına bağlayacak kadar rejim kararlılığı gösterildikten sonra bugün geldiğimiz nokta nedir? Yüzbinlerce kişilik kitlede derin bir üzüntü ve çöküntüye sebep olan bu başörtüsü yasağı uygulaması günün birinde "güleryüzlü, medeni, iş bitirici, ekonomiden anlayan ve yeni siyaset anlayışını temsil eden" birisi tarafından iki satırlık bir kararname ve kanunla sona erdirildiğinde fiiliyatta ne kazanmış olacağız? Milyonlarca insanın memnuniyetini hesaba katmazsanız "hiçbir şey"! Evvela bir idare karar alıp kitleleri üzersiniz; ardından yıllarca bu mânâsız -ve evrensel mantığa tercüme edildiğinde hiçbir anlam taşımayan- problemi icat ediyorsunuz; ardından icat ettiğiniz problemi çözüyorsunuz ve diyelim ki on yıl önceki hale nazaran hiçbir şey değişmemiş oluyor. Bu durumda problemi çözenden ziyade, icat edene dikkat etmek gerekmez mi?

Devletle milletin arasını olmadık sebepler icat ederek bu kadar gerdikten ve açtıktan sonra, kitleleri rencide edip vatanından ve devletinden soğuttuktan, hatta bir başka ülkeye muhaceret etme arzularını bu derece kamçıladıktan sonra, günün birinde mülayim bir adam gökten paraşütle inip milletle devleti barıştıracak küçücük restorasyon tedbirlerini gerçekleştirse, siz o adama şükran duymaz mısınız; oy yerine canınızı istese vermez misiniz?

Görünen o ki, Türkiye'de "çözümsüzlük mühendisliği" veya "olmayan problemleri icat etme teknisyenliği" devri, bilinmeyen bir zamana veya ikinci bir emre kadar sona ermek üzeredir ve yerini, "biz nasıl akledemedik" diye bazılarına cinnet geçirtecek derece kolay tedbirlerle çözüveren iyi adamlar gelecektir. Bu esnada siyasetin tarzı, hedefi ve muhtevası değişecek mi; ne gam?

Kitleler, yeni kurtarıcıyı bağrına basmaya hazırdır; at da onun meydan da!


Kaynak (Arşiv)