Çok şey mi istiyor?
Hristiyanlık’taki itiraf kurumunun, insana fabrika ayarlarına dönüş fırsatını hatırlattığını söyleyebiliriz. İtiraf ederek yeniden “iyi öz”e dönmek; her insanda yaşadığına inandığım hep iyi kalan bir öze... İtiraf veya tövbe ile yeni bir başlangıç fırsatına dönülür. Hemen bütün dini topluluklarda itirafı hemen “bağış”ın izlemesi de tesadüf değildir. Bağış denilen şey aidiyet vergisidir. Para verdiğiniz fikre yatırım yapar, sahiplenmiş olursunuz.
O zamanki adıyla cemaat, bu mekanizmayı en etkili ve yaygın şekilde kullanmıştı. İçinde eksik ibadetlerinin ve günahlarının acısını duyanlara kendini ve vicdanını sıfırlama fırsatı veriyorlardı; bir adım sonrası ise mensubiyet ve bağlılık duygusu elbette... Şahsi çapınızdan daha büyük, daha güçlü, daha dindar, daha becerikli, daha atak ve akıllı bir bütünün parçası olup himaye ve dayanışma şemsiyesi altına girmek insanların hoşuna gitmişti.
Bir yerde gücün yoğunlaşmaya başlaması, onun denge ve denetim altına alınmasını gerektirir. O günlerin cemaatı güç temerküzü için var gücüyle çabalarken denetim ve dengelenmekten bilerek kaçındı. Kurduğu “imam ve ağabey” tipi örtük yapılanma ile dışarıya karşı masum bir STK görüntüsü vermeye gayret ederken aynı anda devletin her kurumunda, her okulda, her şehir ve kazasında örgütlendi. İş dünyasındaki muhibleri aracılığı ile sanayi yatırımlarına, bankacılığa, yurt ve dershane işletmeciliğine, eğitim sektörüne, hatta nakliyeciliğe kadar uzandı. Kontrolsüz büyümenin mahzurlarını ise devlet içindeki yetiştirilmiş kadroları aracılığı ile önlemeyi hesaplamışlardı.
Aşırı güç birikmesi bir yerde gizlenemez hale geldi; adeta devlete her alanda, hatta dış ilişkiler ve diplomaside bile alternatif şekilde kurumlaşan bu yapılanma, kritik bir yol ayrımına geldiğini farkedemedi. Böyle bir hacim ya politikleşecek veya STK normlarına dönerek küçülecekti. Her iki yolu da görmezden geldiler; 15 Temmuz Darbesi, “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” hamlesiydi!.. Devlet, egemenlik haklarını çiğnetmedi ve korudu. Darbeyi milli güçlerin de katkısıyla bastırdı; örgütün yurtiçi yapısını dağıttı ve yurtdışındakileri de kriminalize hale getirdi.
Bugün ne siyasi bir topluluk, ne de bir STK hareketi olarak Fetö örgütünün Türkiye’de yönelebileceği bir meşru hedef yok çok şükür. Bir iyilik ve hayır, bir nefsi arınma hareketi olarak başlayan dalga, son yıllarında radikalleşerek suç örgütüne dönüştü. Yirmi yıldan beri Türkiye’yi güvenilir bir yer bulmayan sözde lideri, himaye gördüğü ülkede şimdi âciz bir sığıntı durumunda.
Vaktiyle kısaca Cemaat diye bilinen topluluk daima kendine ve kadrolarına yatırım yaptı; “Birey” yetiştirmekten nefret etti. Sorgulayan, düşünen ve kendi gücüyle ayakta durabilen insan tipini tehlikeli buldu. Kiminle evleneceğine bile ağabeylerin karar verdiği bu genç insanlar, eksilmiş kişilere dönüştürüldü. Büyük insan kaynakları israf edildi ne yazık ki...
12 Eylülün darbeci Kenan Paşası’nı bile çok din derslerini mecburi kıldığı için cennetle müjdelemekten çekinmeyen Fetö liderinin oportünizminde ibret alınacak şeyler vardır; bu, Makyavelist bir hesaba dayandığı için kesinlikle dindarca bir davranış değildi.
Bütün enerjisini gündelik yazılarına yoğunlaştıran bir gazete yazarı olarak devletin valilerine birer koçan makbuz verip iş adamlarından himmet toplatan ve toplanan paraları örtülü maksatları için keyfi tarzda harcayan bu örgütün gerçek yapısını bilemezdim. Benim için ilk planda şahsi fikir hürriyetimi korumak şartıyla yazı verdiğim bir gazete vardı ve ne yazık ki son güne kadar örgüt namına karşılaştığım yüzler, hep gazete çevresindeki isimler oldu. Akraba çevrem ve ailemde örgütle organik ilişkisi olan kimse yoktur. İki oğlum da yıllardan beri cemaat yapılanmasından bilerek uzak durdular. Ben de yazar olarak yıllarca Sivas’taki iş yerimden yazı yollamakla yetindim ve arada daima bana ait bir mesafe kalmasına titizlik gösterdim.
Yazı hayatım boyunca fikirlerime hiç müdahele edilmemesi beni yanıltmış olabilir. Öteden beri şahsi fikir çizgisini savunup, bütün siyasi odaklardan aynı derecede uzak kalmaya itina ettiğim için gazete yazılarımın, örgütün amaçlarına denk düşebileceğini hiç aklıma getirmedim.
15 Temmuz darbesinin ardından ise yine bu sitede kaleme aldığım son yazıda artık siyasi mahiyette şeyler yazmayacağımı belirtmiştim. Hâlâ aynı sözümdeyim; aynı yerdeyim. Bundan sonra emelim, eğer nasib olursa siyaset dışı konularda yazıp okumak ve kimselerin etlisine sütlüsüne karışmamaktır.
Burada geçmiş hatalarından ders çıkarmaya çalışan, yorgun ve üzgün bir kalem var. Tek istediği sıradanlığın huzuru; sıradan, orta halli bir adamın hürriyet standardı; kitaplarına, kaleme, kağıda ve sevdiği insanlara artık biraz yakın olabilmek...
Çok şey mi istiyor?