Çıplaklığın en ezici boyutu

Jacques Ellul'un "The Humiliation of the Word" isimli eserini, "Sözün Düşüşü" başlığıyla Türkçeye çeviren Hüsamettin Arslan eserinin önsözünde diyor ki: "Aslında humiliation kavramı aşağılamak, utandırmak, küçük düşürmek, hakaret etmek, rezil etmek anlamlarına gelir. Bu kavramı estetik kaygılarımdan dolayı ve Batı tarihinin fiili değişim sürecini göz önünde bulundurarak 'düşüş' terimiyle karşıladım. Ayrıca belirtmeye gerek yoktur ki 'söz' (word) kavramını isteyen okuyucular istedikleri yerde 'kelâm' diye okuyabilirler."

Yani, kelâmın hakarete uğraması, sözün rezil edilmesi, aşağılanması...

Jacques Ellul'un "düşüş"ten tam olarak ne kastettiğini, felsefeye meraklı okuyucular kitabın kendisinden öğrenebilirler. (Paradigma Yayınları, İst., 1988); sözün düşüşü tamlaması, kitaptaki anlamından bağımsız olarak dil ve kültür iklimimizde, mantık ve sağduyuyu körelten bir hükümranlık sürmektedir.

Sözün hakiki anlamından, kendi hakikatinden koparak yalama haline gelmesini ve bu yüzden tesirini kaybederek iletişim görevine ihanet etmesini kastediyorum.

"Takımı bu hallere biz getirdik, düzeltecek olan da biziz"/ Fenerbahçeli Ümit, "Kazanmak için elimizden geleni yapacağız. Günü kurtarmayı değil, kazanmayı hedefleyen bir futbol oynamayı istiyoruz"/ Fatih Terim, "Seçimin ertelenmesi anayasaya aykırı"/ Meclis Başkanı Ömer İzgi, "Seçim ertelenirse millete ayıp olur"/ Süleyman Demirel, "Biz 'kırat'ta birleştik, siz de sandıkta birleşin/ Tansu Çiller, "Sorun, türbanın kendisinden kaynaklanmıyor. Ben bu sorunun çözümünde uzlaşma öneriyorum"/ Deniz Baykal, "Herkes milli iradeye saygılı olmalı"/ Mehmet Keçeciler, "Seçimi erteleme kararı yanlış olur ama grup kararımız yok/ Bülent Ecevit, "Tarkan'ı bir saat değil iki saat de beklerim, Tarkan olmak kolay değil"/ Turizm Bakanı Mustafa Taşar, "Partiler içinde en tutarlı olanı MHP"/ DSP'den ayrılıp MHP'ye geçen milletvekili adayı Ertuğrul Kumcuoğlu, "Küskünlerin çoğu seçim kaçkınıdır"/ Devlet Bahçeli, "Futbolda çabuk olmanın büyük avantajı vardır"/ Futbol yazarı Vedat Okyar, vb...

Sadece dün yayınlanan üç gazeteyi üstünkörü tarayarak bulabildiğim cümleler bunlar. İsimlerin ve sözlerin seçiminde kasıt yok; hepimiz aynı itinasızlıkla mâlulüz ve şüphesiz bu küçük antolojiyi genişletmek mümkün. İletişim iklimimizde bu ve buna benzer ne kadar sözün cevelân ettiğini hatırlayalım. Söz, sadece bizde değil kitle iletişiminin kanaatleri baskı altında tuttuğu her yerde, hemen bütün dünyada düşüşte. Türkiye'nin kendi dışındaki dünyadan farkı, hâl"i hâzırdaki Türkçenin sahih bir haberleşmeye medâr olabilecek kabiliyetini kaybetmişliğidir: Dağlar, kayalar gibi metin, kaleler gibi sarsılmaz ve sağlam bir lügâtimizin olmayışıdır. Dünkü yazısında Ahmet Selim, "aslî kavramlarla gerçek düşünce üretimine başlayabilmek" ihtiyacından yakınıyordu; oysaki bizde kavramlar şahıstan şahısa, mahfilden mahfile değişen, kımıldadıkça muhtevâ değiştiren belkemiksiz küçük hücrelileri andırmaktalar.

Belki de sözü bu derece kötületmenin başlıca sebebi israf"ı kelâmdır. Şahsen susmayı tercih edebilirsiniz ve şahıs planında meseleye çözüm getirebilirsiniz; ama iletişim endüstrisi mütemadiyen söz tüketen devâsa bir sektördür. Öyleyse şu bizim "söz gümüşse sükût altındır" sözü, veçhe değiştirerek yeniden isâbetini doğruluyor demektir. İngilizlerin "konuş ki seni görebileyim" mealinde bir vecizeleri varmış; konuşunca görünüyorsak, gereğinden çok konuştuğumuzda çıplak kalıyoruz demektir ve galiba şikâyet ettiğim asıl şey çıplaklığın en ezici boyutu olsa gerektir.

Sözün düşüşünü eğer kelâmın veya kelimenin düşüşü veya tahkire uğraması diye tercüme edebilecek isek, bütün dünyanın başına musallat olan bu felsefî krizden payımıza düşen, "anadilini taammüden kırk yerinden bıçaklamış olmamızın sâbıkasıyla" dünya ortalamasından biraz daha fazladır; sözün düşüşü insanın düşüşüdür çünkü.

Sporun bile kelimelerle yapıldığı bir boyut var!


Kaynak (Arşiv)