CHP'yi devletleştirsek...
Nazımın geçtiği, lâtifemin batmadığı bazı CHP'li arkadaşlarım var; ara sıra, "Deniz Baykal başınızdan eksik olmasın; sittin sene CHP'nin genel başkanı olsun" diye takıldığımda yüzleri gülmekle ağlamak arası bir şekle bürünüyor. Bu şakanın ardında hangi ciddi atıfların bulunduğunu gayet iyi biliyorlar çünkü.
Lâfa bakın, "Türk siyasetinde yeni bir ideolojik fay hattı oluşuyor. Bir tarafta, 'Cumhuriyet tehlikededir, bu tehlikeye karşı beraber olup Cumhuriyet'e sahip çıkalım' diyenler var; diğer tarafta diyemeyenler."
Böyle siyaset yapılır mı diye sormayacağız; çünkü Türkiye'de elli senedir siyasetin babası böyle yapılıyor. Sandıktan, halktan, toplumdan ümidini kesenler, "bari merkezi bürokrasinin şefaatinden mahrum kalmayalım, oraya yaslanalım" diye Cumhuriyet'e sarılıyorlar. Vaktiyle Fransız İhtilâli'nin Jakoben liderlerinden Robespierre'in "Vatan tehlikede" sloganını bizimkiler yalama ettiler. Ne zaman siyasette alta düşseler "Cumhuriyet tehlikede" diye feryad ü figan ediyorlar. İkide bir Cumhuriyet tehlikede diye ortalığı velveleye vermek, belki sûreta CHP ile merkezi bürokrasinin yakınlaşmasına ve zaten "tarihi" özellikler taşıyan beraberliklerinin pekişmesine yarıyor ama -nedense?- bu yakınlaşma bir türlü sandığa aksetmiyor.
CHP, Atatürk'ün kurduğu bir parti; tek parti devrinin devlet partisi. 1924 tarihli anayasada zikredilen İcrâ ve Teşriî, yani yasama ve yürütme kurumları, aslında bu yetkileri hep CHP kullansın diye kaleme alınmıştı. Demokrat Parti, aynı yetkileri kullanarak hükümet etmeğe kalkıştığı için onuncu senesinde merkezi bürokrasi tarafından ömrüne son verildi. Tarihi olayları yeniden yargılamıyoruz, tarihten bahsediyoruz, yani CHP'den; 1946'dan beri CHP, ne türlü eksen değişikliğine giderse gitsin o "tarihî"lik vasfından kurtulamadı; kendi çağının dışına düşmüş bir zaman gezgini gibi hep ayrıksı kaldı, anakronikleşti.
Oysa bir aralar "ortanın solu" istikametinde sosyalizme bile yanlamış, hatta milletvekili adaylarının seçiminde parti genel merkezinin "mezhebî" tercihlerde bulunduğu ileri sürülmüştü. Uzun yıllar iktisadi planda devletçiliği savunarak özelleştirmeye karşı çıktıktan sonra yörünge değiştirerek, "özelleştirelim ama çarçur ettirmeyelim" çizgisinde karar kıldı; serbest piyasa ekonomisinin temel kurumları hakkında dişe dokunur bir eleştirileri yoktur. "Altı ok"tan, İnkılapçılık, Devletçilik, Halkçılık prensiplerinin 21. yüzyılı görmeye nefesi yetmeyince CHP kalan üçüne sarıldı ve -başka ne yapabilirdi ki?- kendini kalan okların sahibi ilan etti.
Cumhuriyet'in korunmasını sadece CHP'nin üstlendiği bir memleket düşünebilir misiniz; Deniz Baykal'ın "Cumhuriyet tehlikededir" feryadı, "bu işin bizden başka recülü kalmadı" anlamına geliyor. Eğer gerçekten Cumhuriyet'in (milliyetçiliğin, laikliğin) esirgenmesi CHP'ye kalmış ise biz zaten ölmüşüz demektir ama hakikat böyle değil: Deniz Baykal bile sâkin anlarında basiretle kabul edecektir ki, rejimin ve anayasanın meşru saydığı kurumlar, siyasi partiler arasında Cumhuriyet'e muhalefet eden yoktur ama iktidarı isteyenler çoktur. İktidarı herkes ister (düşünün ki CHP bile istiyor) ve meşru hiçbir kuruluş iktidarı istediği için ayıplanamaz.
Bu iş böyle gitmez; en iyisi anayasal bir düzenlemeye gidip CHP'ye mecliste sekiz-on sandalyelik, (61 Anayasası'nın tabii senatörlük adetine benzeyen) daimi bir kontenjan tayin edilmeli; kanun ve kararnameleri Cumhurbaşkanı ile birlikte CHP de imzalamalı, YÖK, yüksek mahkemeler, TRT vesaire gibi kuruluşlarda CHP'ye koltuk ayrılmalı; seçimlerde kazansa da kaybetse de CHP anayasal bir kurum sayılarak devlet içindeki yerini korumalı.
Belki o zaman Cumhuriyet, Deniz Baykal'a her ilham geldiğinde tehlikeye girmekten kurtulur; biz de rahat ederiz.