CHP için kader anı: Atı arabanın önüne koşmak
Cumhuriyet Halk Partisi, Millî Mücadele’nin tamamlandığı yılda, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri’nin siyasi tabanı üzerine kuruldu; ilk adı “Halk Fırkası” idi, 1925 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın teşkilinden sonra adını önce Cumhuriyet Halk Fırkası, daha sonra CHP olarak değiştirdi.
CHP’nin, “Cumhuriyet’i kuran parti” olduğu iddiası doğrudur; çünkü CHP’yi kuranlar, devletin de kurucuları idiler. TCF’nin kapatılmasından sonra CHP, yeni Cumhuriyet rejiminin “tek partisi” olarak kaldı; böylece CHP sadece bir siyasi parti olmaktan çıkıyor, meclisle, devletle, bürokrasiyle, hükûmetle, cumhurbaşkanlığı ile özdeş hâle geliyordu. Bütün millî varlığın CHP içinde temsil edilmesi fikri, o günlerde o kadar ciddiye alınıyor ve isabetli bulunuyordu ki, muhalefeti içine aldığı gibi toplumun bütün kesimlerinin de CHP’de temsil edildiği kabul ediliyordu; bu sözün en büyük dayanağı ise, “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” olduğumuz yolundaki vecize idi; dolayısıyla CHP’den başka bir siyasi oluşuma gerek kalmıyordu zira tek parti döneminde CHP’nin dışında bir başka siyasi partinin varlığı hastalık, fitne olarak nitelenmekteydi. Meselâ Yaşar Nabi (Nayır), 1934 Yılı’nın Varlık Dergisi’nde (Sayı.27) “Milli Birlik” başlıklı yazısında şunları söyleyebiliyordu:
“İnsanlığa en iyi idare şeklini vereceği ümidiyle ortaya atılmış olan fırkacılık usulü, bugün millet bünyelerinin en müthiş hastalığı oldu (...) Memleketimizin bütün dünyaca tasdik edilmiş kuvvetli manzarası, işte bu milli birliği temin etmiş olduğumuzdan geliyor.”
NİÇİN HEP ENDİŞELİ VE TEDİRGİN BİR PARTİDİR CHP?
Tarihî olaylar ve kurumlar, kendi tabii çerçevesi içinde değerlendirilerek anlaşılabilirler; ne var ki CHP, bu kuralı işletmemize izin vermiyor. Kuruluş dönemlerinde bütün toplumu kucakladığı ve tek başına temsil ettiği düşünülen CHP, neredeyse 90 seneden beri Türk siyasi hayatının ayakta kalmış figürlerinden biridir. CHP, artık çok partili siyasi hayatı “hastalık”, tek partili rejimleri “güçlü bünyeler” olarak gören eski yaklaşımını savunmuyor fakat tek partili yıllarının tatlı hatıralarından kurtulabilmiş olduğu da söylenemez. Mesela partinin altı oklu eski amblemini ve altı okla temsil edilen prensipleri hâlâ ısrarla taşıyor ve savunuyor. Kuruluşundan neredeyse bir asır sonra varlık sebebini ise şöyle açıkladığı söylenebilir: Cumhuriyet’e düşman unsurlara, hırsızlara, yolsuzlara karşı Cumhuriyet’i, laikliği, çağdaşlaşmayı savunmak...
CHP, kendine işte böyle önemli ve ciddi bir misyon biçiyor fakat çok partili yıllardaki seçim karnesi kırıklarla doludur. Halkın partisi CHP, kendi halkından iktidar olmak için yeterli desteği alamıyor. CHP yandaşları bu hadiseyi, halkın geri ve nankör olmasıyla, yeterli bilince erişemeyişi ile izah ediyorlar. Böylece CHP, varlık sebebini “Cumhuriyet’in kazandırdıklarını korumak”ta bulan, muhafazakâr bir çizgi üzerinde siyaset yapmaya devam ediyor. Türkiye’nin ilerlemesi, gelişmesi, büyümesi gibi önemli sektörlerde, geleneksel tutuculuğu yüzünden halkına pek hayrı dokunamayan bu “halk” partisi, kendini ancak “bu çizgiden ileri geçemezsiniz”, “bunu yapmanıza müsaade etmem”, “bu yaptığınız Atatürk’e ihanettir” gibi “koruyucu” eylemlerle ifade edebiliyor; bu yüzden CHP, topluma rol-model teşkil edici, yol gösterici ve sürükleyici bir misyonu olabileceğini neredeyse unutmuş gibidir.
CHP, “ümit” üzerine değil, “endişe” hakkında siyaset yapıyor ve sağcı iktidarların kendilerinin hayat tarzını değiştireceğinden korkan seçmenlerin desteğiyle muhalefet sıralarında tutunmaya çalışıyor. Bir rejim ve sistem koruyucusu olarak CHP, iktidarı halk desteğiyle kullanan siyasi partilere karşı, Türkiye’de statükoyu savunan bürokratlarla işbirliği yaparak güç desteği alıyor; sıkça Anayasa Mahkemesi’ne başvurması, bu müracaatların manidar bir çoğunlukla kabul görmesi, âdeta bir “devlet partisi” sıfatıyla ordu ile arasındaki geleneksel bir ittifaka sıkça atıfta bulunması, CHP’nin bilinenin aksine muhafazakâr hatta hayli tutucu çizgide siyaset yaptığını açıkça gösteriyor. Bu siyaset çizgisinde CHP’nin halktan alabildiği destek miktarı, % 20 civarlarına çakılmış bir durumdadır. Şüphesiz, partilerinin daha başarılı olmasını, onu bir iktidar alternatifi olarak görmek isteyen CHP’liler, yeni açılım politikalarıyla CHP’nin üzerine yapışmış gibi duran ataleti kırmak niyetiyle yeni politikalar geliştirmeye çalışsalar da kayda değer bir başarı gösteremiyorlar. 21. yüzyılda CHP, varlık sebebini muhafazakârlıkta bulmuştur ve en azından bugünlerde, yeniden iktidar alternatifi olmak, seçmenine heyecan ve ümid vaad eden bir çizgiye erişmek hedeflerinden uzaklaşmış görünüyor.
CHP’NİN YAPABİLECEĞİ, AMA BAŞKALARININ ASLA YERİNE GETİREMEYECEĞİ MİSYON NEDİR?
Hâlbuki CHP’nin kolaylıkla üstleneceği başka türlü atılımlar da var ve bunların başında Türkiye’de siyasi hukukun liberalleşmesine, devlet cihazının demokratik bir şekle kavuşmasına yapabileceği katkılar geliyor. CHP, kendi sağındaki partilerin “değişimin öncüsü” rolünü çalmalarından hakikaten muzdarib ise, sadece retoriğini değiştirmek suretiyle sağcı partilerin önüne geçerek Türkiye’nin çağdaşlaşmasına, yeni ve rahat bir siyasi hukukun geliştirilmesine katkıda bulunabilecek imkâna sahiptir ve işin açıkçası böyle bir dönemde CHP’den başka hiçbir siyasi heyet, bu görevi kolaylıkla yerine getirecek durumda görünmüyor.
CHP, kendini değişimin öncüsü olarak görebilir ve gerekeni yerine getirebilir. CHP’nin bu siyaset değişikliğine gitmesinde başlıca avantajı, ancak CHP tarafından ikna edilebilecek geleneksel müttefiklere sahip olmasıdır. CHP, merkezî bürokrasinin, üniversitelerin, yargının gönül verdiği, desteklediği ve ayakta tuttuğu bir partidir. Ordu çevrelerinde de CHP’nin hatırı sayılır bir ağırlığı olduğunu biliyoruz. İşte bu avantajlarıyla CHP, Türkiye’yi AB ve Batı standartlarına doğru açmak ve rahatlatmak isteyen demokratikleşme dalgasının önderi olabilir. CHP’nin demokratikleşme dalgasını sahiplenmesi, mümkün ve muhtemel çatışma ihtimallerini ortadan kaldırması bakımından fevkalade değerlidir; bu noktada CHP’nin değişimin önderliği modelini benimsemesi, onun geleneksel “koruyuculuk” misyonu ile çatışmayacak, aksine uzlaşacaktır çünkü değişime önderlik etmek için risk alan CHP, değişimin dozajını ve üslûbunu tayin etmek iktidarını da eline geçirmiş olacaktır.
CHP, tek parti devrinin modernleştirici partisiydi; bugünün tutucusu, hatta gericisi mevkiine gelmiş bulunuyor. “İstemezük” çizgisinde sürdürülen ve hiç de doğurgan olmayan bu siyasi yaklaşımın bir süre sonra CHP tabanını tatmin etmeyeceği ve yeni arayışlara yönelteceği açıkça görülüyor. Esasen şu zamanlar, CHP’nin tutuculuktan vazgeçip daha dürüst ve hürriyetçi bir sol parti hâline gelmesi için kaçırılmaz zamanlardır, çünkü Türkiye’nin dinamizmi, CHP olmaksızın, hatta CHP’nin sert muhalefetine rağmen değişimi tamamlayabilecek bir enerji vaad ediyor. CHP’nin bu sürece katkısı, sürecin kısalması ve çatışmasız geçmesi bakımından anlamlı olur ve hiç şüphe edilmemelidir ki toplum tarafından da ödüllendirilir.
Kendini ilk günden beri “Halk Partisi” diye niteleyen bir kuruluşun, günün birinde veya en azından bugünlerde hakikaten halkın partisi olabilmesi (yani bu partide ilk defa atların arabanın önüne koşulması) hayalleri zorlayan bir fantezi gibi görünebilir fakat hem CHP, hem de değişimin sancısız ve çabuk gerçekleşmesi bakımından pekâlâ mümkündür. Deniz Baykal, CHP’yi “Türkiye’yi dönüştüren” parti yapabilecek en uygun liderdir ve tarihî misyonunu fark ederse, bunu yerine getireceğinden şüphe edilemez.
CHP, küçük bir ihtimalle de olsa, bu tahlili paylaşır ve gereğini yerine getirirse, tarihî bir isim taşımasına rağmen içinde yaşadığı zamanın ve geleceğin partisi olmaya hak kazanabilir; aksi ihtimal âşikâr: Türkiye’nin sahil şehirlerinde, laikçi hayat görüşlerinin kırılmasından endişe ettikleri için CHP’yi destekleyen % 20’lik kitle desteğini, CHP yerine temsil gücü daha yüksek ve solculuğu daha sahici bir partiye kaydırmakta tereddüd göstermez; CHP’nin o takdirde ana muhalefetten küsurat partisine geçişi mukadderdir. Sebebi açık; CHP, elindeki politik argümanlarla ve geleneksel destek odaklarıyla muhalefet boşluğunu dolduramıyor ve Türkiye’yi gerçek manasıyla muhalefetten mahrum bıraktığı için ülkesinin siyasi birikimine kötülük ediyor.
Evet, CHP için belki de son tren bu...