Çevrecilik dini niçin bâtıldır?
Çevrecilik temel niteliği itibariyle ahlâkî bir vaziyet alıştır; insan ihtiyaçlarıyla tabiatın kapasitesi arasında ahlâkî bir denge tesis etmeye mecburdur. Tabiatın kapasitesini artırmak mümkün olmadığına göre üretimi aşağıya çekmek ve sınırlandırmaktan başka çözümü olmayan bir meseledir bu.
Marmara sahillerinde bulunan zehirli atık varilleri, bir hafta kadar kamuoyunu dalgalandırdıktan sonra gündemden düştü. Türk topraklarının endüstriyel çöplük gibi kullanılması yeni bir hadise değil. Bir ara, zehirli atıkların ülkemize, ticari veya endüstriyel mal gibi ihraç edildiğini bile okumuştuk.
Çevrecilik, Batı'ya göre biraz gecikmeyle 80'li yıllarda Türkiye'de yükselmeye başladı ve sivil toplum aktivitesi olarak algılandı; her hâli ve tezahürü ile çevrecilik postmodern bir din kılığında geldi ve o yüzden kendisini entellektüel diye tarif eden çevrelerde kolayca kabul gördü; onlar, çevreci olmayı Kapitalizm'e muhalefetin en taze ve kullanışlı gerekçesi olarak önlerinde buluverdiler; böylece beynelmilel ticaret şirket ve şebekelerine sövüp saymak için yeni bir gerekçe edinmiş oluyorlardı; ne var ki modern kılığıyla çevre korumacılığı fikri, tamamen seküler ve maddi bir mantığa yaslandığı için marjinal kaldı. Çevreciler, tabiatın insanlar tarafından tasarrufu meselesini anlamaya, yargılamaya ve algılamaya yanaşmadılar çünkü meseleyi bu boyutuyla kavramak, konuyu seküler sahadan dinî sahaya taşımak olacaktı.
Samimi mânâda çevrecilik, nihai planda tabiatın korunmasını savunmakla kalmaz; üretimin sınırlandırılmasını da öngörmek zorundadır; çevreyi tahrib eden endüstriyel üretim biçimidir. Endüstriyel üretim tarzı ise tabiatı sonsuz miktarda sömürülecek tükenmez bir kaynak olarak kabullenir. Dünyanın en akıllı uzmanlarını çalıştıran sanayicilerin, bu kadar basit bir gerçeği farketmemiş olmaları elbette düşünülemez; bilirler fakat farkında değilmiş gibi davranmayı tercih ederler. Bütün dünyanın ve bütün toplumların ticari bir açık pazara dönüştürüldüğü bir vasatta üretimin sınırlandırılması, bir başka modern zaman inancına (din), yani tam rekabete, hür teşebbüsçülüğe, açık pazara ve malların serbest dolaşımı fikrine (âmentü) aykırıdır. Onlar tabiatın üretim için sunduğu imkânların sonsuz olmadığını biliyorlar ama aynen XIX. yüzyılda İngiltere'deki kömür yataklarının tükeneceğini bile bile son galeriyi kazıncaya kadar görmezden geliyorlar. Milletlerarası sermaye için verimlilik ve kârlılık ilkeleri kadar belirleyici bir başka prensip yoktur. Kömür yataklarına bağlanan sermaye, yataklar tükenince -diyelim ki- deniz taşımacılığına kaydırılıverir; bilançolar kârlılık bakımından düşüş göstermediği sürece kömür yatakları etrafında biçimlenmiş hayatlar elle tutulur hale gelmez, gerçeklik kazanmaz.
Gerekli tedbir alındığında, lazım gelen altyapı ve arıtma tesislerine yatırım yapıldığında endüstriyel atıkların tabiata yeniden geri döndürülebileceği, sanayicilerin ve çevrecilerin en büyük dayanağını teşkil ediyor; bu bir efsâne midir yoksa gerçeklik payı var mıdır? Bu "inancı" kısmen ciddiye almak mümkünse bile atık arıtma ve depolama için gereken altyapı harcamaları, ister istemez fiyatlara yansıyacağı ve aynı iş kolunda çalışan diğer firmalarla rekabeti güçleştireceği için aslında yok hükmündedir. Bir başka söyleyişle, çevreye tam saygılı ürün, maliyet yüksekliği sebebiyle kendi pazarını daraltmaya razı ürün anlamına gelmektedir. Çevrecilik inancının en zayıf tarafı budur çünkü temelde üretimin sınırlandırılmasını değil, üretirken çevreye zarar verilmemesini savunmaktadır; halbuki her nevi üretim, dolaysız bir ifadeyle tabiatın istismarıdır ve tabiatın sınırları vardır; öyleyse üretimin de sınırları olacaktır. Üretimi sınırlandırmak ise Kapitalist doktrine (dine) aykırıdır. Nitekim üretim gücü yüksek Batılı firmalar bu noktada münafıkça hareket ederek atıklarını ya gizlice okyanuslara boşaltmak veya vaktiyle Türkiye'ye reva gördükleri gibi ihraç etmek suretiyle kendi bahçelerinde çevre dinine riayet eder görüntüsü veriyorlar.
Bizim gibi ülkeler için durum ağlamaklıdır. Biz hem çevreciliği, Batı'dan ithal bir doktrin olarak baştacı ederek bakanlık çapında örgütlüyor, hem de gelişen yerli endüstriyi kendi elimizle baltalamamak için alaturka geçiştirme manevraları ile yetiniyoruz.
Çevrecilik temel niteliği itibariyle ahlâki bir vaziyet alıştır; insan ihtiyaçlarıyla tabiatın kapasitesi arasında ahlâki bir denge tesis etmeye mecburdur. Tabiatın kapasitesini artırmak mümkün olmadığına göre üretimi aşağıya çekmek ve sınırlandırmaktan başka çözümü olmayan bir meseledir bu.
AKLINIZDA BULUNSUN: DERİN OKUMALAR İÇİN KİTAP LİSTESİ
İslâmın çevre ve tabiat meselelerine, modern bilim ve üretim süreçlerinin yarattığı problemlere nasıl baktığını merak edenler için Seyyid Hüseyin Nasr'ın çoğu Türkçeye çevrilmiş kitaplarını özellikle tavsiye ediyorum. Seküler kılıklı çevrecilik edebiyatının aslında nasıl bir yanılgı olduğunu farketmek için derin okumalar yapmak isteyenler için mükemmel bir kaynak listesi.
Genç Müslümana Modern Dünya Rehberi, Bilgi ve Kutsal, İslam'da Düşünce ve Hayat, Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, Hilal Doğarken / İslam'da Bilgi ve Çevrenin Geleceği, İslam Sanatı ve Maneviyatı, İslam ve İlim İslam Medeniyetinde Akli İlimlerin Tarihi ve Esasları, İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı, İslam'da Bilim ve Medeniyet, İslam'ın Kalbi, Kutsalın Peşinde Geleneğin Işığında Modern Dünya, Tabiat Düzeni ve Din.
AKLINIZDA BULUNSUN: TÜRKÇENİN SÖZ DAĞARCIĞI
Türk Dili Uzmanı Dr. Burhan Paçacıoğlu, on yılı aşkın zamandır tek başına yürüttüğü projesini tamamladı ve "Türkçenin Sözcük Dağarcığı" isimli eserini kendi imkanlarıyla yayınladı. Bu eser VIII-XVI. yüzyıllar arasında Türk diliyle kaleme alınmış 100'e yakın eserde geçen Türkçe kelimeleri ihtiva ediyor. Bu özellikleriyle morfolojik bir sözlük niteliği taşıyan eser, Türkçe söz varlığının yeni kelimelerin türetilmesine katkıda bulunmak yanında bu alana yönelecek araştırmacıları sıkça değişik sözlüklere bakma zahmetinden kurtarmasıyla Türkiye'de bir ilki teşkil ediyor.
İlgilenenler için: 0532 544 43 98, ([email protected])