Ceviziçi

Haftalık eylem çizelgesine göz attım; bu kadar eylemi değil ben, bütün sülâle bir araya gelsek yine yapamayız. Daha bunun sergisi var, bienali var, enstalasyonu, şiir akşamı, dinletisi, şusu-busu var. Aydın olmak kolay değil ki kardeşim. Gelişimin içinde, dönüşümün önünde olacaksın her daim.

Diyalektik düşüneceksin. Bu bir iştir, hem de başlı başına bir iştir. Nitekim kimse de kalkıp demez ki, "Yahu Aydın, sağ ol var ol bir sürü etkinliğe katılıyorsun, nerede marul görsen elinde tuzlukla seğirtiyorsun; ama kardeşim sen ne yiyor, ne içiyorsun; eve nasıl ekmek götürüyorsun, çoluğa çocuğa nasıl bakıyorsun?" Ha, neyse ki çoluk-çocuk derdi yok; bir de onlar olsa, validenin pederden kalma emekli aylığı ile geçinmek hiç de olası olmazdı (lâf arasında şu "olası" lâfına ben de uyuz oluyorum ama n'aapalım birader, şimdi kalkıp "mümkün" veya "muhtemel" desem "aa gericiye bak" filan derler).

Geçenlerde annemin gün arkadaşlarından birisi "sizin oğlan ne iş yapıyor" filan yollu birtakım artezyen sorular sormuş anneme, o da "bizim oğlan Aydın teyzesi" demiş. Kadın da, "Aydın ne demek, kaç kuruş maaşı var?" deyince annem buna aydın sorumluluğu ve aydın profesyonelliği hakkında esaslı bir nutuk geçmiş. Sağ olsun annem senelerce başımın etini yedi durdu, "oğlum bir baltaya sap olsan; bir yuva kursan, elaleme söz geçiremiyorum, senin oğlan sokak sokak sürtüyor diyorlar, ağırıma gidiyor" filan diye hayli didiklediyse de beni, bir süreden beri iyi geçiniyoruz. Ona ne idüğümü, ne yaptığımı, yaptığım işin nasıl bir tarihi sorumluluk gerektirdiğini bir güzel anlattım. Evvela pek inanmadıysa da, "herhal oğlanın bir bildiği vardır" deyip sustu. Ardından lâf olsun diye bir iki eyleme götürdüm bunu. Seninki bir açıldı, bir açıldı. Elindeki şemsiyeyi çevik kuvvetin polisinin kafasına şaak diye geçirmez mi? Neyse ki kaskı var adamın. Şaşkınlıkla anneme dönüp, "bana kim vurdu gördün mü teyze" diye soruyor. Annem sanki Çakırcalı Mehmet Efe birader, "ben vurdum n'aapacaksın bakalım" diye horozlanmaz mı? "Yaşlıdır, idare ediver" filan diye polisin elinden zor aldık. Bunun üzerine annem her gün, "İllâ beni de eyleme götüreceksin Aydın. Ben artık eylemin tadını aldım, daha evlerde duramam, ne tatlı şeymiş bu eylem ayol." diye tutturdu. Vazgeçirene kadar ne hal çektiğimi anlatamam. Neticede onlar da gün arkadaşları arasında bir faal eylem birliği kurdular, hafta sonları içli köfte, yaprak sarması, biber dolması filan gibi soğuk şeyler hazırlayıp semt pazarına, belediye bahçesine filan gidip eylemlerini koyuyorlar.

Annemin ağzını arayan kadının niyetini anladım aslında, kızına koca arıyor belli etmeden lâkin "non merci" azizim. "Evlenip de yuvamın kadını olayım, kırmızı kiremitli yeşil pancurlu bir evimiz olsun, yarım düzine çocuk..." tripleri beni açmaz. Benim eşim de benim gibi sorumluluklarını bilen, eylemden eyleme diyalektiğin bayrağını onurla dalgalandıran, yurtsever, katılımcı ve protest biri olmalı. Haa, olmalı filan diyorum ama böyle biriyle evlenirsem neticesi ne olur; iyi olmaz tabii. Tankut öyle evlendi meselâ; kızcağız Tankut'tan bile aktif eylemci çıktı ama evlerine pislikten girilmiyor. Mutfaklarında bir tabak gördüm, makarnalar yapışıp kurumuş tabağa, desen gibi olmuş. "Ulan Tankut pisliğin adı ne zaman devrimcilik oldu, şu ortalığa biraz çekidüzen ver" desen ne küçük burjuvalığın kalır, ne revizyonistliğin!

Neyse, bunlar "ülke özgürleşmeden, yoksulluk tamamen kalkmadan nasıl çocuk sahibi olur, o yavruyu karamsarlıkların kök saldığı, yolsuzlukların ayyuka çıktığı bir ortamda büyütürüz" ayağından çoluğa-çocuğa da karışmadılar. Aslında ben Tankut'un yerinde olsam gider akça-pakça bir temiz aile kızı alır, aile mutluluğunu yaşardım, çünkü Tankut'un geçim derdi yok, babası emekli genel müdür, adamın bir iki yerden de yönetim kurulu üyelikleri filan var; ya ben?

E, biraz kitap okumalı ama bunca işten nasıl vakit bulup da kitap okuyacağız sevgili günlük? Şuna bak eylemin biri bir yerde diğeri karşı tarafta; gitti bir gün. Dönüşte ayaküstü yorgunluk atmak için bir yere uğrayıp iki fırt bir şey içsen al sana gece. O kafayla nasıl kitap okunacak bakalım?

Şu aydınlar toplantısı meselesine çok bozuldum; bir de adam kalkmış, "bize aydın demeyin, başka bir şey deyin" diyor; ne diyelim be beyamca? Aydın değilseniz nesiniz arkadaş; aslında doğru söylüyor ama ben yine de kızıyorum; elbette aydın değil bunlar. Vaktiyle akıllılık edip yüklerini tutmuşlar, şimdi de aydın ayaklarına yatıp çaktırmadan siyaset yapıyorlar. Gelsene kardeşim benimle eyleme; nezaretlerde yatsana, kaldırımlarda sürünsene, haksızlık için, zulüm için dirensene... Canı sıkılan aydınım diye ortalığa atlıyor bu memlekette; Başbakan garibim ne bilsin? Çağır kardeşim, çağır şu Aydın kardeşini bak sana ne akıllar veriyor o.

Evet bizde akıl tonla ama piyasamız yok; geç girdik bu sektöre geç. Rahmetli babacığım maaşından kesip leyli okullara göndereceğine, "evladım aklını başına devşir de aydın ol" deseydi, biz de bir şeyler olurduk bugün. Adam evladına Nuri adı koyar mı yahu? Nuri'yi Aydın yapacağım diye kaç ay mahkeme kapılarında uğraşmışım ben.

Uykum geldi, yatacağım artık günlük. Saat sabahın üçüne geldi. Yarın Kabataş'a sintine suyu bırakan tekneleri protesto için Tophane'de toplu nargile içme eylemi yapacağız. Dönüşte annem 250 gram ceviziçi istemişti, onu da unutmayım bari.


Kaynak (Arşiv)